Atlar, merkepler ve akrepler... Kaçakçılar, analar ve çocuklar... Mayın, akrep ve tezek!..
Yani; yaşamın yollarında bir dehşetengiz koşuşturmanın, bir garip yoksulluğun ve kimsesiz bir yalnızlığın kavgasını anlatır bunlar...
Yaşamı ayakta tutmak için çırpınırken, ne yazık ki yaşamı tüketmek için de, adeta efkara zar atan bir hazin devinimin çarklarıydı onlar...
Orada; uçsuz bucaksız kayalıkların ortasında birer "Şark Çıbanı" yarası gibi duran antik mağaralarda, insanın rüyalarına giren o kapkara yalnızlığı düşünürken ne travmalar yaşardı insan?..
Bazen çiğdemlerin açtığı, bazen "suyolları"nda buzların donduğu ve bazen de terli atların koştuğu o viraneler, zihinlerde çarpık, çelişkili, düşündürücü ve yoksul manzaralar da çizerdi...
Atların nereye gittiğini herkes bilirdi aslında... Sabahın alaca karanlığında, gökyüzünün buhranlı mavisi binlerce yıldır o mahalleyi adeta ayakta tutan kayalıklara yansıdığında, kurşunların öfkesini andırırdı nal seslerinin kayalara çarpması...