Akşamın alaca karanlığı kayalardan geçit vermeyen yollara yansıdığında, o derme çatma gecekonduların çevresinde insanı dehlizlere çeken bir sessizlik de hakim olurdu...
Hele de mevsimlerden yaz ise ve aylardan Temmuz ise akreplerle yılanların mağaralarda pusuya yattığı o günlerde, gündüz sıcağından kaçan mahlukatlar da, gecenin serinliğinde kendilerini sokaklara terk ederlerdi...
Yoksul sofralarda akşam yemeği yenilir yenilmez, "kaçak" yorgunu babalar çizgili pijamalarıyla sedirlere çekildiğinde ve kaçak çayın dumanı komşudaki pikaptan yükselen gazellere karıştığında, sokaklarda insanı masumiyete iten o sessizlik çocuk sesleriyle yırtılıverirdi...
Peki; kaçak çayların, Acem kınasının, nargile tömbekisinin ve tabii ki gümgümlerde sevda gibi kaynayan "Mırra"nın akşamın hüznüne yayılan yoldaşlığına ne demeli?..
İşte onların hançerleri yakan kesif kokuları gökyüzünde halay çekercesine birbirine karıştığında, akşamın sefası da nakşolurdu Kötüler Mahallesi'nin tüm sokaklarına...
Pikaptan yükselen o acılı gazelin ortasında, mayın pususuna düşmüş yoksul kaçakçıların yaşam kavgası da vardı sanki;