Yaz ayına rastlamışsa eğer Kurban Bayramı, adeta terk edilmiş o mahallede yaşam iyice berbatlaşırdı...
Kanalizasyon kokusunun kurban atıklarına karıştığı sokaklarda biz çocuklar yalnızca çok az evde kesilebilen koyunlara değil, sınır boylarında korkuya kurban edilen hayvanlara da ağlardık!..
Oysa yaşamın çelişkiler zincirine dönüştüğü bir mahallede nice tuhaflıklar vardı!.. Gelin, sizi çocukluğumun bir Kurban Bayramı’na götüreyim ki, orada hem insanlığı hem umudu hem de ihaneti görün;
Bizler sanki terk edilmiş bir dünyanın sonsuzluğunda gibiydik... Kayaların ve çamurun geçit vermediği sokaklarda, eski çağdan kalmış zamanlara mahkum gibiydik...
Suyun eşek sırtında taşındığı, elektriğin şansa kaldığı, yoksulluğun ise kadrolu olduğu bir dünyaydı bizimkisi...
“Şark Çıbanı” yaralarının veba gibi yakamıza yapışması yetmezmiş gibi, adı “Kötüler” olan bir mahallede yaşamak da kara tenlilerin dünyasında “zenci”lere dönüştürmüştü bizi!..
Babalarımızın “kaçakçı” olması ise cabasıydı!.. Düşünebiliyor musunuz; kent merkezinden en az 6 kilometre uzaklıktaydık ve evlerimizin çoğunun avlusunda antik mağaralar vardı...