Minik nefeslerimizi adeta boğan öksürükler, gırtlağımızı yırtan ağıtlara dönüştüğünde, göğsümüzde çığlığı andıran isyanlar yaşanırdı!..
Çelimsiz vücutlarımızın direnci öylesine düşerdi ki, bir yandan burnumuz akar bir yandan çapak tutmuş kirpiklerimizden gözyaşları dökülürdü!.. İşte o zaman korku dehlizlerinde (!) "çare"lere sürüklenirdik!..
Orada; çocukluğumun geçtiği o mahallede kış demek, yoksulluğun bir yırtık yorgana mahkum olması demekti!..
Kömür ateşinin yandığı mangalın, çemberden kubbesinin üstündeydi o yamalı yorgan... Bacaklarımız ve ellerimiz omuzlarımıza kadar yorganın altında, işte o kömür ateşinin "tandır"ında ısınırdık...
Betonarme gecekondunun buz tutmuş o damının altında, naylon çekilmiş pencerenin dibinde, rengârenk yorganın altında koca bir aileydik biz...
Yalnız kömür ateşinin tabloyu andıran gölgesi değil; kış gecelerinde büyüklerimizin korku öyküleri de ısıtırdı sıcağa hasret bedenlerimizi...