Karşı devrimcilik konusu ne kadar da önemli, ne kadar da yaşamsal değil mi kimileri için?.. Hele de memleketin geleceğini sarsan acı sonuçlarını görünce!!!
Peki; bu konudaki taarruzları en yüksek düzeye çıkartmak ve nihayetinde intikamcı bir anlayışla rejimle savaşmak ne kadar da öfke yüklü değil mi?..
Sorular çok da asıl meseleye gelelim; Türkiye'de laiklik her zaman saldırıya uğradı ancak 1950'den sonra yaşananlar yalnızca Atatürk'e, cumhuriyete ve onun iddeallerine karşı bir mücadele değildi... Cumhuriyetten rövanş almak için nihai hedef de vardı ve o çatışma hiç bitmeyecekti!..
Çünkü daha sonraları gelişen siyaset ve ortaya çıkan politik aktörler Demokrat Parti döneminde yaşanan rejim erozyonunu yükseltmeye çalışırken hem Menderes'in yolundan gitmeyi görev saydılar, hem de onun başlattığı cumhuriyeti yıpratma mücadelesini bir "karşı devrim"ci harekete dönüştürdüler...
Evet; 1980 öncesi ve sonrası Adalet Partisi, MSP, ANAP ve DYP de kendi ideolojisini, daha doğrusu siyasetini egemen kılmaya çalıştı ama hiçbir siyasal parti AKP döneminde rejimin bütün yaşamsal noktalarını hedef alabilecek taarruzlar yapmadı...
Erbakan'ın Refah Partisi'nde bile "millici" anlayış cumhuriyeti korumak konusunda duyarlı davranırken, o partinin içinden çıkanlar siyaseti dış güçlerin desteğiyle yürütürken, rejimle ilgili toplumdaki hassasiyetleri bir tarafa bırakarak bağnazlığın ideolojisi üzerinden cumhuriyete karşı mücadeleyi yoğunlaştırdılar...