Uçsuz bucaksız ovadaki kayalıklar, güneşin kızgın ışıklarını bir ayna gibi yansıtıyordu...
Gecekonduların arkasında, kıpkırmızı topraklarda birer gümüş küpe gibi duran bağlar ise bölgedeki canlılığın belki de tek kanıtıydı...
Yakıcı sıcakta, içinde adeta gizemli bir serinlik barındıran mağaraların çevresinde, birkaç badem ağacının yeşile hasreti bitirdiği o bağlar, antika birer mücevher kutusunu da andırıyordu...
Küçük bağların çevresindeki mağaraların sessizliği biz çocukları öylesine içine çekerdi ki, tarihin eskilerine bir zaman makinesinden fırlamış gibi hissederdik... Hep şunu düşünürdüm o zamanlar; buralarda insanlar nasıl yaşıyorlardı acaba?..
Keşfe çıkmış minik bir kâşifin heyecanıyla dolaşırken o mağaraları, çok eski zamanlardan orada unutulmuş bir adamın karşımıza çıkacağı hissine de kapılırdık...
Bilirsiniz; gizemi henüz çözülmemiş mekânlar, insanın içinde küçük ürpertiler yaratırken, endişeyi dağıtan tek şey heyecan ve meraktır…