"Bayram" denilince; içimizde haşarı bir çocuk gibi, saklambaç oynarcasına saklanan küçük heyecanlar da gelirdi aklımıza...
Yalnızca coşkunun-sevincin değil, bağcıklı kahverengi kunduraların mutluluk adımları attırdığı güzel zamanlardı bayram günleri...
Akide şekeri kokan sabahlar, bembeyaz mendillerde yüzünü saklayan coşkular, tertemiz kıyafetler içerisinde baharı yaşayan zamanlar ve bitmesini istemediğimiz unutulmaz, güzel anlardı bayramlar...
Çocukluğumuzun kehribar kokan zamanlarında; sabahın erken saatinde içimiz kıpır kıpırken, kalbimiz bedenimize sığmayacakken, adeta kelebek kanatlarında bir koşuşturmanın içine atlarcasına ve büyüklerimizin o sevecen avuçlarının içine saklanırcasına beklerdik bayram sabahlarını...
Ne güzel zamanlardı ki, içinde saklanmıştı sanki eski anılar;
Tarih gibi duran eski zaman insanları, tömbeki kokan dedeler, kehribar tesbihlerinde geçmişin takvim yaprağını çeviren yaşlılar, kemerlerine sıkıştırdıkları mendillerle terimizi silen nineler ve hangi çocuğuna yetişeceğini bilemeden bayrama hazırlanmaya çalışan gariban analar...