Sanki bir buhar bulutunun, Arap atlarının yelelerine saklanmışçasına, son hızla ve pervasızca yaklaştığı anlarda, briket evlerin eskimiş duvarları sıcaklara karşı tek sığınak haline gelmişti!..
Kuruydu toprak suya hasret kalmışçasına ve avlusunda mağaraların bulunduğu gecekonduların, bazen yılanların yüzdüğü betonarme depolarının dibinden sokağa cılız sular akıyordu...
Ve hala üzüm bağları vardı, kaçakçı evlerinin arkasındaki o sessiz vadide... Nar ağaçları ve badem ağaçları... Ve de toprakta sevdasını beklercesine, ancak sıcaktan boynu bükülmüşçesine nazlı çiğdemler...
Kötüler Mahallesi’nin arkasında; gizemi her zaman antika bir bilezik gibi duran Ahper (Abgar) Dağı’nın çevresinde yalnız kalmış ağaçların dışında, güneşin parlattığı tek nesne vadiden aşağı uzanan ve çoğunda geçmişin derin izleri de bulunan kayalıklardı...
Kaçakçı atları, keskin nallarıyla işte o kayalıklarda adeta kurşun sesi çıkarırcasına vadiden aşağıya koşarken, çocuklar briket evlerin betonarme damlarında, korkuyu avuçlarının içinde kehribar bir tespih gibi tutarcasına endişe, heyecan ve biraz da merakla bakarlardı...