Geçen Pazar yapılan olağanüstü kongrede Erdoğan tekrar partisinin başına geçti.
Erdoğan'ın her anlamda muhteşem olan dönüşünün ifade ettiği anlam üzerinde durmak lazım.
Ayrıca bu dönüşün yol açacağı siyasal sonuçların da yeni dönemde iyi analiz edilmesi gerek.
Erdoğan herhangi biri değil.
Bu ülkenin millet tarafından doğrudan seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı.
Cumhurbaşkanlığına aday olduğunda AK Parti'nin genel başkanıydı.
Seçildikten sonra anayasal mecburiyet tahtında partisiyle ilişiğini kesti.
Bu elbette resmî bir formaliteden ibaretti.
Gerçekte Erdoğan'ın partisiyle ilişiği de, bağı da devam etti.
Çünkü Erdoğan, AK Parti hareketinin lideriydi.
Genel başkanlık ayrı bir şey, liderlik ayrı bir şey.
Nitekim sonrasında emaneten genel başkanlık dönemi başladı AK Parti'de.
Görünürde partili olmayan ama gerçekte partili bir Cumhurbaşkanı'ydı.
Tıpkı Özal ve Demirel gibi.
Demem o ki; anayasal bir mecburiyet, gerçeğin maskelenmesi gibi bir yanlışlığı bünyesinde barındırıyordu.
Maskeli dönem de, emanetçilik dönemi de bitti.
Emanet dönemleri, kim ne derse desin siyaseten sorunlu ve sıkıntılı dönemlerdir.
Özal ve Demirel'in ne tür ağır ve büyük sıkıntılar yaşadıkları biliniyor.
Demirel ve Özal'ın yaşadığı sıkıntıların birebir aynısını yaşamadı Erdoğan, ama hiçbir sıkıntı yaşamadığını söylemek de hilaf-ı hakikat olur.
Partisini ilk emanet döneminde karşılaştığı kimi zorluklar, Erdoğan'ın güçlü liderliği dolayısıyla fark edilmedi.
İkinci emanet dönemi ise sorunsuz geçti.