https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Evvela kısa bir girizgâh…
15-16 Şubat tarihlerinde HÜDA PAR Genel Merkezi Diyarbakır’da “Kürt Meselesine İnsani Çözüm” başlığıyla bir çalıştay düzenledi.
Çalıştayın ilk günkü oturumunun ilk konuşmacısı bendim. “Geçmişten Günümüze Kürt Meselesinde Çözüm Arayışları ve Neticeleri” konulu konuşmamı yazılı metinden okudum ki o birileri, hatta AK Partili görünen ama gerçekte İttihatçı-Kemalist bir zihne sahip olanlar söylediklerimi çarpıtma yoluna gitmesinler.
Ne yazık ki pusuda bekleyen o birileri üstelik de bizim suretimizden görünen birileri arsızca ve hadsizce dil uzatma yoluna gitmekten kaçınmadılar.
Çalıştayın sonuç bildirisindeki dili, kimi ifade ve talepleri sorunlu gördüğüm halde, bölücü olmadığına inandığım her talebin özgürce konuşulmasının “Terörsüz Türkiye” idealimizle örtüşen bir şey olduğunu söylemek isterim.
Farklı sesleri susturmaya kalkışmak ve farklı talepleri bastırmaya çalışmak, bu cümleden olarak “Söyletmen, vurun!” faşizmine yönelmek, eski Türkiye’nin sorun üreten zihninin hortlatılmasıdır.
Hem silah bırakılırsa her şey konuşulabilir-tartışılabilir ve siyaset marifetiyle her talep her zeminde gündeme gelebilir demek, hem de Türkiye’ye aidiyet ve sadakat temelinde ortaya konulan farklı görüş ve talepleri baskılamaya kalkışmak tam bir çelişkidir. En fenası, AK Parti’mizin kurucu ruhuna ve misyonuna ihanettir.
“Silahı bırakırsanız size konuşmayı bile yasaklarlar!” diyen o güç odaklarının değirmenine su taşıyanların bu İttihatçı-Kemalist zihinleriyle AK Parti’yi Kürtsüzleştirmek veya Kürtleri AK Parti’mizin karşısına dikmek gibi zararlı bir amaca hizmet ettikleri artık görülmelidir.
MHP’nin bilge liderinin “Silah ve terör sorunu ortadan kalktığında kendi aramızda konuşamayacağımız ve çözemeyeceğimiz hiçbir sorunumuz yoktur” sözünün gerisine düşüp “Bizim gibi düşünmeyen herkes hain ve bölücüdür. Ya bizim gibi düşünürsünüz ya dediklerimizin aynını dersiniz ya da dilinizi keser ve kafanızı ezeriz!” biçimindeki bir eski Türkiye faşizmine savrulmak, “Terörsüz Türkiye” idealimize ihanetin diğer adıdır.
Reis’imize gönülden oy veren HÜDA PAR camiasını topyekûn “ihanetçi-bölücü” olarak suçlayan ve onları bile bize düşmanlaştıran bir dil, bizim dilimiz ve siyasetimiz olamaz.
Varsa yanlış ifadeler veya talepler kendi aramızda oturur konuşur hallederiz.
Dilimizi birbirimizi düşmanlaştırmadan ortaklaştırmasını biliriz elbet.
Çünkü bizler aynı akideye iman eden ve aynı kıbleye yönelen kardeşler topluluğuyuz.
Her konuda aynı düşünmek zorunda değiliz. Ama bizi birbirimize düşman edecek her söylemi de kimden gelirse gelsin kendimizden bilmez reddederiz.
Kimsenin o zehirli diliyle aramıza fitne sokmasına da izin vermeyiz, biline!
***
Şimdi meraklıları için o konuşma metnimi noktasına virgülüne dokunmadan önemine binaen aktarıyorum.
ÇALIŞTAY’DAKİ KONUŞMA METNİ
Bismillahirrahmanirrahim.
Aziz misafirler,
Hepinizi selamların en güzeli olan Allah’ın selamıyla selamlıyorum.
Rabbim iki gün boyunca ülkemizin en önemli meselelerinden biri hakkında yapacağımız konuşmaları ve müzakereleri hayra tebdil eylesin diyorum.
Ev sahipliğinden dolayı HÜDA PAR’ı yürekten tebrik ediyorum.
Değerli misafirler,
Evvela bir itirazla başlamak isterim. Malum bizim akidemiz itirazla başlar. “Lâilâhe-Yoktur İlah” diye başlar, akabinde kalbi tasdikle devam eder. “İllallah-Allah’tan başka” diye tamamlanır bu itiraz.
İtirazım “Kürt meselesi” tabirinedir.
“Kürt meselesi” tabiri yanlıştır. O yüzden bugüne değin bu bahiste çözüm olarak sunulanların birçoğu da yanlıştır.
Peki nedir mesele?
Şudur: Kuruluş sürecinde Cumhuriyet Halk Partili iktidar seçkinleri Kürt varlığını ve aidiyetini modern ulus-devlet paradigması için bir tehdit olarak gördükleri için inkara yöneldiler. Devlet marifetiyle Türk ismi üzerinden homojen bir ulus yaratmak istedikleri için Kürtlerin ayrı bir kavim olarak varlığını inkâr ederek dilini ve kültürünü yasaklama yoluna gittiler. Bunu da sistematik ve acımasız asimilasyon politikalarıyla yaptılar.
Millî mücadelenin kurucu ve güçlü aktörlerinden biri olan Kürtler, Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra durduk yere farklı kavmî aidiyetleri dolayısıyla mesele olarak görülüp ötekileştirildiler.
Kürtlerin bizatihi kendileri mesele çıkarmadı. Ama ne yazık ki Kürtler mesele olarak görüldü.
“Kürt meselesi”, Kürtleri mesele olarak gören CHP’nin inkârcı zihninin bir ürünüdür.
O yüzden sanki Kürtlerin kendisi meselenin bizatihi aktörüymüş gibi anlaşılmaya çokça müsait bir tanım üzerinden yol yürümeyi yanlış bulduğumu önemlilikle vurgulamak isterim.
Çünkü Kürtlere yönelik inkâr, asimilasyon ve baskı politikalarının oluşturduğu trajik bir mesele, asla “Kürt meselesi” olarak tanımlamaz.
Bunu söylemek Kürtlerin hiçbir meselesinin olmadığı anlamına gelmiyor elbette.
Türkiye’de inkâr ve asimilasyondan kaynaklı bir “Kürt meselesi” yok, ama Kürtlerin meselesi var. Kürtlerin demokratik ve kültürel talepleri var. Kürtlerin o eski Türkiye’deki terörle yanlış mücadele yöntemlerinden kaynaklı bir dizi mağduriyetleri ve sosyal sorunları var.
Sayın Cumhurbaşkanımızın inkâr ve asimilasyonu sonlandıran devrimci adımına eşlik eden güçlü demokratik ve kültürel adımları hiç kuşkusuz tarihi önemdedir. Ama hâlâ giderilmesi gereken meseleler ve atılması gereken adımlar var. Bunu cesaretle yapabileceğine inandığım Erdoğan liderliğine Sayın Devlet Bahçeli’nin sunduğu destek, artık bu meselelerin kökten çözümü için gerekli zihnî ve psikolojik zeminin oluştuğunu göstermektedir. Bize düşen, bu elverişli çözüm zeminine yeni ve uzlaşıcı müspet katkı sağlamak olmalıdır.
O eski sekter anlayışlarımızdan hep birlikte vazgeçmeliyiz. “Ya hep ya hiç radikalizmi”nin hepimize kazandıracak barış iklimini zehirlediğini gayrı görmeliyiz.
Değerli konuklar,
Büyük resme baktığımız zaman sözünü ettiğim inkarın yalnızca Kürtlere yönelik olmadığını görürüz.
O modern ulus-devlet projesinin mağdurları arasında Türkler de, Türk kardeşlerimiz de vardır.
Bunu bilmek, çözüm için gerekli olan anlayışta ortaklaşmak adına çok gereklidir.
Doğrudur: Türklerin kavmî olarak kimlikleri inkâr edilmemiş, dili yasaklanmamıştır ama Türk’ü tarih sahnesinde Türk kılan İslami ve geleneksel tüm özellikleri laikçilik ve modernlik adına yok sayılmış, devlet, memleket ve toplum hayatından sökülüp atılmak istenmiştir adeta.
Batıperest CHP yönetici eliti, verili Türk’ü asla beğenmemiş, hatta onu çağdaşlaşmanın ve sekülerleşmenin önünde bir iç tehdit, hatta iç düşman olarak görmüş, o yüzden devlet marifetiyle “makbul Türk” inşa etme yoluna gitmiştir.
Müslüman-dindar-muhafazakâr Türk’ün kendisi adı Türk olan bir devlette CHP yönetici elitinin tepeden inmeci Batıcı zorla modernleştirmeci politikalarının mağduru ve mazlumu olmuştur.
Bütün bunlar ne üzücüdür ki aynı zamanda Türklere Türklük adına yapılmıştır.
Yani tıpkı Müslüman Kürtler gibi Müslüman Türkler de Batıcı CHP’li devletçi elitin gözünde bir mesele olarak görülmüştür. Bu süreçte Kürtler Türk kardeşlerinden farklı olarak Müslüman hayat tarzlarının dışında bir de kavmî aidiyetlerinden dolayı iki kat zulme uğramışlardır.
Türk de Kürt de aslında seküleştirilmek istenmiştir.
Gövdesi sadece Türk veya Kürt olan ama beyni, aklı ve yaşam tarzı bütünüyle Batılı olan yeni bir vatandaş yaratılmak istenmiştir.
Modern ulus-devletin tek tipleştirici, farklılıklara zinhar izin vermeyen homojenleştirici ideolojisi, bir yandan modernlik üzerinden İslami-geleneksel inanç ve yaşam tarzlarını biçen, bir yandan da Fransız tipi ulusçuluk anlayışı üzerinden Kürtlerin ve diğer toplulukların farklılıklarını hayalî bir tek ulus kimliği potasında eritmeye dönük adeta bir giyotin işlevi görmüştür.
Osmanlı’nın din kaynaklı millet anlayışından Fransa’nın seküler temelli ulus anlayışına geçiş süreci aslında tam bir zihniyet naklidir. Ve bu nakil devlet eliyle zorla gerçekleştirilmiştir. Bundan Türk de Kürt de ve diğer Müslüman topluluklar da ziyadesiyle payını düşeni almıştır.
Asıl mesele budur.
Bugün zihnen ve yaşam tarzıyla seküler-laikçi ve Batıcı olan bir Kürt’ün tıpkı kendisi gibi olan bir Türk’ü, İslamî akideye ve hayat tarzına mensup bir Kürde tercih edebiliyor olması aslında bu bahiste konuşulması gereken önemli bir meseledir. Bir Türk de kendisi gibi seküler-laikçi olan bir Kürdü pekâlâ İslamcı bir Türk’e tercih edebiliyor. Mesele o yüzden ne sadece “Kürt meselesi”dir ne de “Türk meselesi”dir. Bütün mesele, zihniyet meselesidir. Ve bence asıl iktidar kavgası da bu zihniyet kavgasıdır. Bu iktidar kavgasında Kürt kimliğinin bir mobilizasyon veya istismar aracı olarak kullanılması da üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir.
Kıymetli Hazirûn,
Modern ulus-devlet paradigmasının doğurduğu bir meselenin çözümünü ulus-devlet paradigması içinde aramak ise sadece bir çelişki değil aynı zamanda başlı başına bir büyük meseledir.
Ne yazık ki bir de bu meselemiz var bizim.
Çözüme giden yolu tıkayan da bu sorun üreten zihnin kendisinin çözüm olarak benimsenmesidir.
Eski ezberlerin tümü işte bu zihnin ürünüdür.
Ulus-devletin oluşturduğu bir meseleyi ulus-devlet anlayışı içinde kalarak çözemeyeceğimizi artık kabul etmeliyiz.
Yeni bir paradigmaya ihtiyacımız var.
Akidemiz ve tarihi tecrübemiz değişen koşullar çerçevesinde pekâlâ çözümü mümkün kılacak imkanları sunuyor bize.
Yeter ki kendimize bakmasını bilelim.
Aramızda sorun oluşturan Batı’nın o marazî etnik sosyolojinin kavramlarını elimizin tersiyle ittiğimizde, çözüm için tüm imkanların önümüzde durduğunu göreceğiz.
Bunun için zihni bir arınmaya ve yeni bir dile ihtiyacımız var.
Değerli konuklar,
Konu başlığına dönüp konulacak olursak, üzülerek hatırlatmak isterim ki burada “Kürt meselesi” olarak tanımlanan mesele, 1984’ten itibaren silahlı bir ayaklanma ve terör dolayısıyla gündemimize geldi.
Ve yine üzülerek belirtmek isterim ki hep çözümlenmek istenen şey de yalnızca bu terör belası oldu.
Terör konuşulurken Kürdün adı dahi zikredilmek istenmedi. Kürtlerin meselesi görmezlikten gelindi. Dolayısıyla kayda değer çözüm önerileri gündeme getirilmedi. Getirmek isteyenler de baskılandı. “Kürtçü-bölücü” diye suçlandı.
“Kürt” dememek için birileri “terör sorunu”, birileri, “Güneydoğu sorunu” dedi. Kimileri “Ekonomik sorun” dedi. Dediler de dediler. Bir tek Kürt diyen olmadı.
Çünkü Kürt’ün adını anmak yasaktı. Kürt kavminin varlığını iddia etmek suçtu. Kürtçe sokakta dahi konuşulması yasak olan bir dildi.
Birileri de bu süreçte “Kürt meselesi” dedi. Tanım yanlış bile olsa Kürde dikkat çekmek için böyle dedi.
Şimdi mesele anlaşıldığına göre artık yanlış tanımda ısrarın lüzumu yok.
-Devamı Cuma’ya-