Siz bu satırları okuduğunuzda ben kutsal topraklarda olmuş olacağım inşallah.
Hac farizasını ifa etmek üzere. Peygamberimizin (S.A.V) mübarek kabrinin bulunduğu münevver şehir Medine’de. Mescid-i Nebevi’de namaz kılarken geçmişe yolculuğum başlayacak. Medine’ye başlayan mecburi bir hicret. Medine, İslam’ın her anlamda ete kemiğe büründüğü bir şehirdir. Güç kuvvet bulduğu aziz bir şehir... Peygamberimizi ve pak arkadaşlarını doğup büyüdükleri Mekke’deki zorbalara karşı bağrına basan yiğit şehir Medine...
***
Sonra Mekke’ye gideceğiz. Mekke’den Medine’ye doğru başlayan mecburi hicret, Medine’den Mekke’nin fethiyle tamamlanır. Ama Peygamberimiz fetihten sonra Mekke’de değil, Medine’de kalmayı tercih eder. Mekke doğup büyüdüğü şehirdir, ama Medine onun için çok daha anlamlı ve değerlidir. Peygamberimiz artık Medine’yle özdeşleşmiştir. Ve Medine de Peygamberimizle...
***
Biz de Medine’den Mekke’ye tıpkı Peygamberimizin hac farizası için yöneldiği gibi yöneleceğiz. O’nun ayak bastığı yerlere ayak basmak ne büyük bir şeref ve mutluluktur!
O ne yapmışsa biz de aynısını yapacağız. Çıplak bedenimizin üstüne geçirdiğimiz ihramla sadece yüzümüzü öteye çevireceğiz. Makamlarımızı ve unvanlarımızı ayaklarımızın altına alacağız. Allah’ın huzurunda Peygamberimizin ayak bastığı o kutsal beldelerde sadece ve yalnızca Adem’in çocukları olarak bulunacağız. Ne ırkımızın bir önemi olacak orada, ne mezhebimizin. Ne makamlarımızın bir anlamı kalacak orada, ne de unvanlarımızın. Ne sahip olduğumuz servetlerin, ne de iktidarların.
Dünyanın dört bir yanından gelen kardeşlerimizle tek bir yürek, tek bir beden olacağız. Benlik duygusu bize dönüşecek. Yoksul ile zengin eşitlenecek.
***