Türk milliyetçiliğinin bilge önderi Dr. Devlet Bahçeli Öcalan’a bir çağrıda bulundu.
Öcalan bu çağrıya uydu.
O süreçte içimizden görünen birileri “Öcalan bu çağrıda bulunmaz, bulunsa da Kandil ve DEM bu çağrıya uymaz.” dediler.
Biz ilk günden itibaren hep şunu dedik:
“Öcalan Bahçeli’nin çağrısına koşulsuz olumlu cevap verecektir. Bu yeni devlet aklını yeni bir paradigmayla taçlandıracaktır. Öcalan’ın yapacağı çağrıya Kandil de DEM de uyacaktır.” dedik.
O çok bilmişlerin dediği fos çıktı.
Öcalan koşulsuz fesih ve silah bırakma çağrısında bulundu.
Kandil ve DEM koşulsuz uyacakları cevabını verdi.
O çok bilmiş tipler bu kez söylenmeye başladılar.
“Öcalan’ın çağrı metninde Suriye’nin kuzeyi yok. Asıl tehlike Suriye PKK’sı. Bu çağrı Suriye PKK’sını kapsamıyor. Bu bir oyun” dediler.
Süreç karşıtı bu marazi tiplere DEM cephesinden de eşbaşkanlık seviyesinde bir destek geldi.
Biz “Hayır, Suriye’nin kuzeyini de kapsıyor. PKK’nın tüm silahlı birimlerini ve yapılarını kapsıyor. Oradaki çözüm Suriye özgülünde farklı olacak” dedik.
Sırrı Süreyya Önder çağrının Suriye’yi kapsadığını açıkladı.
İnanmadılar.
Maraza çıkartmaya devam ettiler.
Edirne cezaevinde görüştüğüm Selahattin Demirtaş da çağrının Suriye’yi de kapsadığını ama Suriye’deki çözümün farklı olacağını söyledi.
Demirtaş’ın bu lafını aktardım diye PKK içinde görünen tıpkı bizim içimizdeki kimi marazî tipler gibi ateş püskürdüler. “Demirtaş öyle demez-dememiştir, Metiner yalan söylüyor” diyerek ahlaksızca saldırılarda bulundular.
Ne oldu?
Kim haklı çıktı.
Mazlum Abdi kendisine ulaşan Öcalan’ın mektubundan sonra Ahmed eş-Şara ile anlaşma masasına oturdu.
Tam da Öcalan’ın yeni paradigmasına uygun bir temelde.
Haklı çıkan biz olduk.
O anlaşmaya süreç karşıtı mahalle şiddetle karşı çıktı.
Adeta yasa boğuldular.
İşin tuhaf yanı, onlarla beraber süreç yanlısı görünen ama dipten dibe süreç karşıtlığı yapan, hatta sürecin bozulmasına katkı sağlayacak dil ve üslupla konuşan içimizden birilerinin de yasa boğulmaları.
Dahası ve en fenası açık süreç karşıtlarına bizim mahalleden lojistik sağlamaları.
Onlardan önce rahatsızlıklarını açığa vuranlar şöyle demeye başladılar: “Anlaşmanın gizli maddeleri var. Federasyona razı olundu.”
Anlaşma metninde ne etnik temelli federasyon var, ne özerklik var, ne koşullu siyasi şartlar var, hiç bir şey yok. Sadece adil ve eşit bir tek Suriye’nin inşası var. Koşulsuz bir entegrasyon dileği var.
Nitekim Salih Müslim Türkiye gazetesinden Yılmaz Bilgen’e verdiği röportajda bütün bunların altını çizdi.
Başladılar o içimizden birileri bu kez Cumhurbaşkanımızın “temkinli iyimserlik” lafını kendi yanlışlarına kılıf olarak kullanmaya.
Cumhurbaşkanımız çıktı açık açık Şara-Abdi anlaşmasının eksiksiz uygulanması halinde herkesin kazanacağını söyledi. Yani anlaşmanın maddelerine karşı olmadıklarını, anlaşmanın eksiksiz uygulanmasını önemsediklerini açıkladı.
MHP anlaşmayı kuvvetle desteklediklerini duyurdu.
Cumhur ittifakının duruşu apaçık bu.
Ama AK Parti içinde görünen ama Reis’in dediklerine göre değil kendi kafalarına göre rol biçen veya rol dağıtan birileri anlam veremediğim bir biçimde süreci sabote etmek isteyen kanadın içine kendilerini yerleştirmeye çalışıyorlar.
Sadece söyledikleriyle değil dil ve üsluplarıyla da.
Soruyorum: Öcalan’ın Mazlum Abdi’ye gönderdiği mektup devletimizin bilgisi ve onayı olmadan İmralı’dan çıkabilir mi?
Asla!
İçeriği Türkiye’nin aleyhine olacak bir mektubun çıkışına izin verilmeyeceğini söylemek bile gereksiz.
O halde devletin bilgisi ve onayı dahilinde yapılan bir işe politik paranoyalarla ve çok bilmişlikle karşı çıkmak da neyin nesidir?
Bunu o malum sabotajcı cepheye söylemiyorum kendi içimizdeki o birilerine diyorum.
Hatta o birileri işi Şara karşıtlığına kadar vardırdılar.
“Şara kabul etse bile biz Türkiye olarak izin vermemeliyiz!” diye başlayan sözler günün sonunda “Şara’ya güvenemeyiz” noktasına taşındı.
Hatta gerekirse Şara yönetimine bile harp açarız demeye varacak kadar ileri gittiler.
Şimdi Cumhurbaşkanımız İmralı heyetiyle görüşeceğini açıkladı.
Muhtemelen yakında görüşecek.
Peki soruyorum:
Türkiye’nin aleyhine veya bizim istemediğimiz doğrultuda bir süreç olmuş olsaydı Cumhurbaşkanımız İmralı heyeti ile görüşür mü?
O birileri içinde kimileri de akla ziyan iddialarda bulunmaya çıktıkları televizyon kanallarında devam ediyorlar.
Diyorlar ki “Şimdi bu durumda Türkiye artık Suriye’nin kuzeyine askeri operasyonlarda bulunamayacak”…
Ne kadar da meraklılar askeri operasyonlara.
İstiyorlar ki sorun devam etsin, kan akmaya devam etsin ki kendileri de çıkıp çubuk eşliğinde ekranlarda güvenlik adına ahkam kesmeyi sürdürebilsinler.
İşsiz kalacaklarını zannediyor o birileri.
Yahu Suriye’nin kuzeyi Türkiye için tehdit olmaktan çıktıktan, hatta Türkiye için hayati bir kardeşlik ve dostluk alanına dönüştükten sonra Türkiye niçin askeri operasyon yapsın ki?
Ne yani Türkiye’nin askeri operasyon yapma hakkı hep olsun diye sorun çözülmesin mi istiyorsunuz?
Sürekli maraza, biteviye politik paranoyalar…
Hepsi de içimizden geliyor.
Çoğu da bizim suretimizdekiler bunlar.
Olacak şey değil.
Herkese kazandıracak bir barış süreci inşa ediliyor adım adım.
Örgüt Türkiye için tehdit oluşturan varlığıyla beraber silahlarını tarihe uğurlayacağını kurucu önderleri vasıtasıyla ilan ediyor, bu süreç Suriye’nin kuzeyiyle ilgili varılan bir anlaşmayla ete kemiğe büründürülüyor, bundan memnuniyet duyup sürece katkı sağlayacak sözler etmek yerine içimizden o birileri politik paranoyalarını konuşturarak hâlâ güvenmemek gerektiğini söylüyor, askeri operasyonlara devam edilmesi gerektiğini salık veriyor.
Olacak şey değil.
Fesih ve silah bırakma sürecinin inşasını sağlamlaştıracak adımlar atmak yerine askeri operasyonlarla beraber terörle mücadelenin kesintisiz bir biçimde sürdürülmesi gerektiğini salık veren bir akıl bilesiniz ki sureti haktan görünüp süreci sabote etmek isteyen bir akıldır.