KUTLU ülkenin iyi adamları vardı ve onlar ihtiyaç duyuldukça, kader hükmünce ortaya çıkar, birer çıra yakarlardı. Bu ışık, deniz feneri gibi yol gösteren, çoban ateşi gibi iz bırakan, yıldız gibi aydınlatan bir şuaydı. O mübarek beldenin insanları, atalar boyu alıştıkları ibadetleri ellerinden alındığında, hasret kaldıkları ezanları susturulduğunda bir yiğit çıkıverdi. Yıl 1950’ydi. Ege’nin efesi, Aydın’ın zeybeğiydi O. “İslâm kahramanı” Adnan’dı. Memleketin başına ahali tarafından büyük coşkuyla seçildiğinde ilk icraatı, susamış insanlara su verir gibi, açlara ekmek dağıtır gibi, aziz olan Ezan-ı Muhammedî’yi serbest bırakmaktı. “Allahü ekber, Allahü Ekber!” sedası, minarelerden dağlara, ovalara yayıldı durdu. Yıllar sonra şehadet şerbetini tebessümle içen bu ulu devlet adamını, halkı hiç unutmadı. Rahmetle, minnetle yâd etti. Zira yaktığı ‘çoban ateşi’, yeni, nurlu, kutlu bir devir başlatmıştı. Aradan uzun zaman geçti. Aylar döndü, yıllar göçtü. Kutlu ülkenin başına yine bir felâket gelmişti. Yaban adamlar, seçilmiş insanları derdest etmiş, idareye el koymuştu. 1980’den sonra omuzlarında bol yıldız bulunan zevat, civanları sağlı-sollu katletmiş, idamlarına ferman çıkarmıştı. Ama milletin cevabı yine yürek diliyle oldu. Turgut adında bir serdengeçti çıkardı bu kez. Adnan’ın benzeriydi. Geleneklerine bağlı, muhafazakârdı. Ülkenin önünü açtı, milletine cesaret verdi, gençliğe umut oldu. Haramiler, zebaniler onu da istemediler. Çünkü haksız olan, zorla gasp edilen kirli ve haksız saltanatlarına son vermişti. Onunla da uğraştılar, türlü eziyet ettiler, aynen Adnan’a yaptıkları gibi. Ve günün birinde herkes vefat haberiyle uyandı, kahroldu. Bu normal bir ölüme benzemiyordu. Dilden dile zehirlendiği rivayeti yayıldı. Vatan sevdalısı Turgut da demokrasi şehidi Adnan’ın ardından ebediyete doğru yola çıkmıştı. Bereketli toprakların sahipleri yitirdikleri yiğitlerin ardından yeni cengâverler çıkarıyordu. Yeni isimler, yeni simâlar öne çıkıyor ve sancağı devralıyordı...