Mehmet Nuri Yardım Milat Gazetesi

Çocuk ve hüzün

“Doğduğum kasabaya her yıl, eylülün ilk günlerinde giderim. Sözünü ettiğim günler, üzüm toplama vaktidir çünkü; üzüm tanelerinin duruşunda, tadında ve renginde yankılanan...

19 Ağustos 2017 | 155 okunma

“Doğduğum kasabaya her yıl, eylülün ilk günlerinde giderim. Sözünü ettiğim günler, üzüm toplama vaktidir çünkü; üzüm tanelerinin duruşunda, tadında ve renginde yankılanan çocukluğumu seyretmek vaktidir.

         Baklan Ovası'nı ikiye bölenDenizli-Uşak yolundan ayrılıp Beşparmak Dağı'nın dibindeki kasabaya doğru yöneldiğimde, her defasında tuhaf bir heyecan kaplar içimi. Direksiyonu kavrayan ellerimin renginde sürü sürü, al ibikli horozlar ötmeye başlar sanki; bakışlarımın orasından burasından tozlar uçuşmaya, zihnimin derinliklerinden gümbe kokuları fışkırmaya, hatta bütün bunların arasında da kırk yıl önceki çan sesleriyle köpek havlamaları gelip geçmeye başlar.Yavaş yavaş çocuk olurum başka bir deyişle.Yavaş yavaş, kendi kaynağına akan bir su damlası olur ve aydınlanırım.Eski bir kelime yığınına benzeyen kasaba da, benim kalemimden dökülmüşçesine öyle durur kayalıkların dibinde.Her defasında kollarını iki yana açarak annem karşılar bizi, gözyaşlarıyla birlikte sarılır, koklaya koklaya öper.”

         Bu satırlar, Hasan Ali Toptaş'ın Everest Yayınları'ndan çıkan deneme kitabı Harfler ve Notalar'dan.Su gibi akıp gidiyor değil mi? Memleket hasreti böyledir işte, söyletir. Sıla özlemi yazarların da sanatçıların da burnunda tüter. Onlar da zaman zaman maziye yolculuk yapıp geçmişe uzanmak, hayatlarını  mümkünse yeniden yaşamak isterler. Yine çocuk olmaktır hayalleri belki, kimbilir? Hoyrat hayat onları yormuştur. Yeniden oyunlara dalmak isterler. Eski evlerini, sokaklarını özlerler. Bir sığınaktır çocukluk yılları hepimize. Bazen de şölen. Bıkılmayan, usanılmayan uçsuz bucaksız ışıltılı merasim, renkli şehrayin.

         Önümde yazarın üç romanı: Uykuların Doğusu, Bin Hüzünlü Haz ve Kuşlar Yasına Gider. İyi hikâyecidir Hasan Ali  Toptaş, sevilen bir romancıdır da. Sıkı okurları, itibarlı ödülleri var. Ama ben şimdi denemelerine daldım bir kere, asla vazgeçmem. Hasan Ali Toptaş Denizli doğumlu. Ben de şehirlerimizi yazarlarıyla, şairleriyle hatırlıyorum. İyi sanatkârlarıyla anıyorum. Meselâ Denizli eski iyi patronum rahmetli Enver Ören'dir, usta yazar ve ressam Gürbüz Azak'tır. Merhum romancımız, unutulmayan karakter Tahir Kutsi Makal'dır. Sazı ve sözüyle Özay Gönlüm'dür. Gazetemizin güleryüzlü yazarı Süleyman Karakulluk'tur ve elbette şair kardeşim Ekrem Kaftan'dır. Hepimiz doğup büyüdüğümüz şehirleri özleriz. Fırsat bulunca da büyük şehirlerden kaçıp oralaragideriz. Bir kaç günlük dinlenme bile bizi bahtiyar eder. Tanıdık köşeler buluruz çocukluğumuzun geçtiği, bir de aşina çehreler ararız yolda, sokakta. Kimi göçüp gitmiştir öte dünyaya tanıdıklarımızın kimi ise hâlâ hayatta ve ayakta. Kırlaşan saçlarına bakıp yaşlandıklarını düşünürüz yakınlarımızın. Peki ya biz! Biz durduğumuz yerde miyiz, hâlâ delikanlı, yine genç miyiz? Elbette biz de yaşlanmışız. Ömür yaprakları çevrildikçe biz de eski taze demlere veda etmişiz. Ama bunu görmeyiz, farketmeyiz. Kendimizi yine dinç, hep genç ve dipdiri sanırız. Lâkin merdivenin bir kaç basamağını çıkmak artık bizi yoruyor, nefesimiz tükeniveriyor. Yine de kabul etmeyiz kafa kâğıdımızın eskidiğini...

         Biz yazarlar memleketimize gittiğimizde aklımız yine kitaplarımızdadır. Acaba yakınlarımız, yazdıklarımızdan haberdar mı, kitaplarımızı alıp okuyorlar mı? Kalem maceramızın farkındalar mı? Bu konuda Toptaş, aynı yazının sonunda bize tatlı sürpriz yapar. Kasabaya gidişinde annesi şikâyette bulunur. Eve gelen misafirlerin, kitaplarını alıp götürdüklerini bir daha getirmediklerini söyler durur oğluna, sonra da ekler: “Ben unuttum, onlar da getirmiyorlar!” Arkası geliyor hatıranın ama yüzlerde tebessüm çiçekleri açtırarak:

“İki yıl önce de; ‘Sadece bir kitabın kaldı evde, onu da baban kimseciklere vermiyor.'dedi.Ben bunu duyunca şaşırdım tabii, sevinçten ne diyeceğimi, ne yapacağımı, hangi tarafa dönüp nasıl bakacağımı bilemedim. Bir süre sonra, konu yeniden açıldığında, yine aynı sözleri yineledi annem.Hatta, sır veriyormuş gibi bana doğru eğilerek, ‘Sadece bir kitabın kaldı Hasan'ım, onu da baban kimseciklere vermiyor.' dedi.Ben de, biraz daha sevinmek ve sevincimi pekiştirmek istediğimden midir nedir; ‘Neden vermiyor anne?' diye sordum.‘Neden olacak oğlum, kitabın boş yerlerine telefon numarası yazmış da ondan!' dedi annem.”Ne güzel, ne doğal bir hatıra. Yayıncı dostlar!Lütfen neşrettiğiniz  kitapların sonlarında bir kaç sayfayı boş bırakın olur mu? Dileyen okurlar not alsın o sayfalara, bazı babalar da yakınlarının telefonunu kaydetsin, anlaştık mı?

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sanat Her Derde Devadır 02 Eylül 2018 | 3.537 Okunma M. Zeki Akdağ 01 Eylül 2018 | 178 Okunma Sevinç Çokum 29 Ağustos 2018 | 3.578 Okunma Anadolu’daki ilk büyük destanımız 26 Ağustos 2018 | 5.719 Okunma Haldun Taner 25 Ağustos 2018 | 213 Okunma