Sessizce, kalenderce eser veren, aziz milletinin değerlerine hizmet etmek için mütemadiyen çalışan, kalemini Hakka ve hakikate adayan münevverimiz Özdemir Özsoy’un eserlerini inceliyorum. Edibimizin dört şiir ve nesir eseri bulunuyor. Gücüm Yetmez Gelmeye, şiir kitabının adı. Uçsuz bucaksız bir çölün ıssızlığını ve engin gökyüzünün derinliğini yansıtan kapak, maverayı hatırlatıyor. Sayfaları çevirince “Bilmece” ile karşılaşıyoruz: “Yuvasında yeller eser / Sevdalanır durgun olur / Ay batınca birden susar / Arar Mevlâsını bulur / Sesi ufukları tutar / Gül biterse durmaz öter / Tükenince dilin yutar / Ne acıkır ne de susar” “Bozkırda Yalnız Bir Adam” şiirinde ise Atayurdu’ndan izler buluyoruz: “Semerkand’ın esrarlı sokaklarından / Uykusuz gecelerin yorgunluğu olurdu / Hasret dolu gözlerimde / Serin bir rüzgâr gelirdi / Buhara’dan bize doğru / Kâh ardına takardı anılarımızı / Kâh önüne katardı.” Şairimiz, bazen âşık, bazen de derviş mizaçlıdır. Ardından mısralar gelir: “Arkana dönüp baktın dur dememi istedin / Gönlümdeki hırkayı bedenime giyemem / Gözlerinle konuşup beklememi istedin / Ama beni tanırsın sana gitme diyemem”
Hüzünlü Şarkılar, Özdemir Özsoy’un romanı. Akıcı bir dil ve sürükleyici bir Türkçe ile İkinci Dünya Savaşını yaşamış olan kuşağı anlatıyor. Yakından tanık olduğu o duygulu ve hüzünlü ruh hâlini bize de tanıtmak istiyor. Arayışlar içindeki neslin hâlini tasvir ediyor, günümüze yansımalarını ta o günden keşfediyor ve anlatıyor. Yazar, büyük acılar yaşarken kendileri için değil gelecek nesiller için üzülen digergam insanların yüce gönüllerini dile getiriyor.
Gönül Dostları’nda Hoca Ahmed Yesevi’den Derviş Yûnus’a, Horasan Erenleri’nden Anadolu yurduna koca bir gönül coğrafyamızı görüyor, göneniyoruz. Bizi biz yapan, değerlerimizi aziz kılan ruh kökümüzü müşahade ediyoruz. “Giriş”te eserin muhtevası güzelce ifade ediliyor: “Yûnus Emre’yi tanıyabilmek için onu kendi dizelerine anlattırmak gerekir. Yûnus gibi engin bir denizi geçmek her yiğidin harcı değildir. Ona, ancak ‘çevik bahri’ olanlar ulaşabilir. Yûnus, anlaşılmaktan çok sevilmek, duyulmak ister. Ona yalnızca akıl ile değil, aynı zamanda gönül ile yaklaşmak gerekir. Onu madde gözüyle değil mânâ gözüyle, kalp gözüyle görmek gerekir. Yûnus’un şiirleri kutlu bir ağızdan dökülen inciler gibidir. Böyle inciler büyük yüreklerde yetişir. Yûnus’un hâlini Allah dostları anlar. Bütün yaratıklara ibret gözüyle bakanlar anlar. Onun şiirleri gökyüzüne açılmış eller gibidir. Madde âleminden ‘gayb’ âlemine gönderilen dualar gibidir. Yûnus’un ortaya çıkışı, mânâ dünyasını aydınlatan, âşıkların içini ısıtan bir güneş olarak doğuşu kolay olmadı. Çok doğum sancıları çekti Anadolu toprakları. Onun ruhunu şekillendiren İslâm’ın hoşgörüsü, alp-erenlerin gönül zenginliğidir.”
Ve çelebi ruhlu, derviş mizaçlı, İstanbul beyefendisi Özdemir Özsoy’un tam da önümüzdeki mübarek Ramazan gecelerinde okunacak eseri Esmâü’l Hüsnâ isimli eseri şavkıyor, gözü ve gönlü okşuyor. “Sunuş”u merhum şairimiz Dilaver Cebeci’ye ait: “Bursa’da yetişmiş; oradan yeşillikler içinde, Şeyh Üftade’nin bastığı topraklardan çıkıp gelmiş. Belki de Emir Sultan’ın rahle-i tedrîsinden geçmiş. Murad-ı Hüdavendigâr ile cenklere girmiş. Şeyh-i Ekber ile hikmet bahçelerine dalmış, Ferideddin ile Kaf Dağı’nın ardına uçmuş... Uğur ola vahdet yolunun ‘Öz’lü ve ‘Soy’lu yolcusu!” Allah’ın 99 İsmi’nden “El-Mâcid”de tefekkür edelim: “Kadri büyük, ihsanı bol, şanlı şerefli... Öyle büyük ki; hem kullarını iman ile şereflendiriyor, yüksek bir ahlâk ile süslüyor, hem de bu güzel hâllerinden dolayı onları seviyor, övüyor ve ödüllendiriyor. Onlara hem dünyada mutluluk veriyor, hem de ahirette selâmet veriyor. İşte kendisinde zerre kadar insanlık hasleti bulunan bir kişinin sonsuza kadar ilahî aşk ile dolu olması için bu Mâcid ismi yeter.” İskender Özsoy büyüğümüzün bu kıymetli dört eseri, Bilgeoğuz Yayınları’ndan temin edilebilir. (www.bilgeoguz.com.tr)