NSANLARA maddî açıdan en büyük nîmetleri sunmuş gibi görünen şu asrımız, mânevî cihetlerini hiç kāle almadığı içindir ki, günümüzün insanları yazlardan daha fazla şikâyet ediyorlar. Ne sıcağın kıymetini biliyorlar; ne uzun, feyizli günlerin... Hâlbuki, bir asır önceki insanlardan her bakımdan çok ileride bulunuyoruz. Bugün en fakirimizin elinde bulunan imkânlar, o dönemlerde belki bir imparatorun elinde yoktu... Buna rağmen devamlı sızlanma, hâlinden memnun olmama, isteklerine bir nihayet bulamama bizim ve çağdaşlarımızın en büyük sıkıntısı... Nimet ve iyiliklerde kendimizden aşağıya; musibet ve sıkıntılarda kendimizden fazla olana bakmayı unuttukça, daha çok şeylerden dert yanacağız...”
Bu satırlar, artık aramızda olmayan, çarşamba günü ebedî âleme doğru yola çıkan şair ve yazar Ekrem Kılıç ağabeyimize ait. O çok iyi bir şairdi, Türkiye’de aruz’u en iyi bilen ve kullanan sanatkârlardandı. Şanlıurfa’da mütevazı bir hayat yaşıyordu. Bunun için İstanbul edebiyat çevresi onu tanıyamadı, birikiminden mahrum kaldı. Hâlbuki şiirleri dergileri süsleyebilir, yazıları mecmuaları taçlandırabilirdi. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir aydan beri yoğun bakımdaydı. Bu tarihî üniversitede Daire Başkanlığı yapmıştı. 15 Şubat Perşembe günü Şanlıurfa Yeni Mezarlık’ta dualarla defnedildi. Siirt’teki memuriyeti sırasında onu tanımış ve çok sevmiştim. Hoşsohbet ve nüktedan kişiliğiyle gönüllerde taht kurmuş, herkese kendisini sevdirmişti.
Hayat hikâyesini kendisinden dinleyelim: “2 Nisan 1944’de, babamın memuriyeti dolayısıyla ailemin bulunduğu, Sivas’ın Hâfik ilçesinde dünyaya geldim. Baba tarafından, Tokat’ın Zile ilçesi ahâlisinden, Hacı Veli Hocazâde ailesine mensubum. Anne tarafından, Van’ın Saray ilçesi eski müftülerinden Abdülkadir Bilgici (Yekgûş)’un torunuyum. Çocukluğum Osmancık, Alaca, Merzifon civarında geçti. Liseyi Trabzon’da okudum. Memuriyetim sırasında, işletme dalında yükseköğrenim gördüm. 1960’da Amasya’da devlet memurluğuna başladım. Uzun yıllar Batman’da çalıştım. Siirt’te Vakıflar Öğrenci Yurdu Müdürü, İl Kültür Müdürü; Şanlıurfa, Harran Üniversitesi’nde İdari-Mali İşler Daire Başkanı, Genel Sekreter Yardımcısı gibi görevlerde bulunduktan sonra, 1997 yılında Akademik Uzman kadrosundan emekliye ayrıldım.”
Edibimiz, edebiyat hayatını ise şöyle dile getirmişti: “Edebiyat ve tarihle ilgilendim. Şiir ve nesirlerimi çeşitli gazete ve dergilerde, kendi ismimden başka Seyfeddin Yağmur, Abdulkadir Bilgici, Abdullah Kurudere takma adlarıyla da yayımladım. Şiirlerimi, Bir Ayrı Âlemin Dili (Arûz), Bir Gül Sunabildik (Arûz), Bir Gün Göklere de Kavuşacağız (Hece), Ağız Tadı (Serbest): nesirlerimi Kâğıt (deneme), Seyir Defterimden Sayfalar (fantezi), Gördüğüm (sohbet), Yapraklar (makale) adı altında topladım.”
Ekrem Kılıç bir iki gazete ve dergide şiir ve denemelerini yayımlattı ama geniş edebiyat çevresi onu tanıyamadı. Bu kusur ve ayıp hepimizin. En başta da edebiyat camiasında ‘post’larını sermiş olan burunları havada ‘dost’ların. Ölümü sevmiş, kabrin arkasındaki hikmeti bilmiş, ecelin ardındaki rahmeti hissetmiş, dünyanın ötesindeki ahireti tevekkülle beklemişti. 20 Eylül 1982 tarihinde “Ölüm Düşüncesi” başlıklı şu şiire imza atmış bir yürekli şairdi o: “Besbelli, ölüm düşüncesiydi / Gül benzini ansızın sarartan. / Endîşeli kalbinin sesiydi / Gümbürtüsü lahza lahza artan… / Açmakda iken demin tebessüm / Bir gonca misâli; dondu kaldı. / Sessizce batan güneşle, gördüm, / Gözler kararan ufukda daldı. / Yorgun ötüşen telâşlı kuşlar / Kaçmakda mı yoksa âkıbetden? / Ürperti veren bu son uçuşlar / Hâtırlatıyor zevâli, cidden…”
Mümin, mütevekkil, çelebi bir adamdı Ekrem Kılıç. Kendi şiir kozasını Anadolu’da ördü, çok az şiirsever onu tanıdı ve okudu. Aslında bunu hak etmiyordu. İstanbul’un edebiyat sultası genelde Anadolu’daki cevherleri farkedemiyor, yoksulluğu bu yüzdendir bir çok edebiyat dergisinin. Parsellenmiş sayfalar her ay aynı şairlere tahsis edilir. Ve tatsız tuzsuz kelimeler doldurur o bembeyaz sayfaları. Hâlbuki Ekrem Kılıç “Ansızın Gelen” şiirinde olduğu gibi sonsuzluğu kucaklamış bir şairdi: “Bir sabah âile evinden fırlar: / Beyaz arabada kara haber var! / Beklenen kimseyi getirdi; fakat, / Boşandı gözyaşı, koptu bir feryat... / Şimdi başucunda okunur Kur’ân: / Mutludur hayırla ömür dolduran. / Ardından gülsek de, ağlasak da bir: / Cennetten bir köşe olacak kabir... / Ümitler tomurcuk, hayâller gül gül: / Mevsim hep ilkbahar, dallarda bülbül; / Ebedî bir âlem, ebedî hayat, / Hep mutlu, kedersiz, usançsız, rahat...”