Ecdadımızın bilhassa büyük camilerde ve medreselerde kurduğu hazireler birer hazine değerinde. Yeni camiler yapılırken bu gelenek korunmalı ve özellikle büyük camilerin bir kenarında ‘hazire’ler hazırlanmalıdır.
Zaman zaman dostlarla bazı tarihî mezarlıklara gidiyor, orada kültür, sanat, medeniyet ve inanç dünyamızda iz bırakmış bir çok büyüğümüzü kabri başında ziyaret ediyor, ruhlarına fatihalar okuyup dualar ediyoruz. Yine böyle bir kabir ziyaretini sosyal medyada paylaşınca Oğuzhan Kantar adlı arkadaşımdan şöyle bir mektup aldım: “Efendim bu tip önemli şahsiyetlerin mezar mevzuuna fakirin küçük bir katkısı olsun. Uygun olan platformlarda siz de dillendirirseniz sevinirim. Demem o ki, malum Osmanlı medeniyetimizde bir hazire kültürümüz var. Tekkelerde, medreselerde, camilerde mutlaka hazire bölümü olur ve o tekkenin şeyhi o medresenin müderrisi vesair o hazineye sırlanırdı. Son yüzyılımızda istisnalar hariç bu kültür de unutuldu. Âcizane fikrim odur ki bilhassa din, sanat, kültür gibi önemli sahalarda yetişmiş önemli şahsiyetlerin kabirleri, mutlaka yeni camilerimizde oluşturacağımız yeni hazirelerde olmalı ve bu önemli şahsiyetler binlerce insanın defn edildiği ve bu kalabalık içerisinde mezarlarının kaybolduğu şehir mezarlıklarında olmamalı.”
Ufuk açan mektup
Doğrusu bu mektup benim ufkumu açtı, zihin dünyamı zenginleştirdi. Esasında camiler hakkında bir yazı düşünüyordum, lâkin bu hazine değerindeki mektup, benim gönlüme önce ‘hazire sevgisi’ni düşürdü. Evet niçin olmasın? Şimdi bir çok yerde yeni ve büyük camiler yapılıyor. Bu camilerin projeleri çizilirken, Fatih Camii gibi mihrap kısmının arka tarafında niçin birer hazire düşünülmesin? Bu kadar büyük olmasına da gerek yok. Arsa durumuna göre küçük hazireler de pekâlâ mümkün. Meselâ camiyi yaptıranlar ile mabedin bulunduğu semtin âlimleri, sanatkârları, şairleri, yazarları ve camiye hizmet etmiş kişiler bu hazireye niçin defnedilmesin?
CAMİ VE ÇEVRESİ AHİRETİ HATIRLATMALI