Klâsik edebiyatımızda mevsim şiirleri olarak daha çok baharlara yer verilmiştir. Kış mevsimi bu yönden kendine geniş mânâda bir alan bulabilmiş değil.
Kış mevsimi, artık geçmiş yıllarda olduğu uzun sürmüyor, beyaz karlar aylarca bizi esir almıyor. Bu yüzden midir bilinmez, eski kar ve kış şiirleri de yazılmıyor. Esasen klâsik edebiyatımızda mevsim şiirleri olarak daha çok baharlara yer verilmiştir. Kış mevsimi bu yönden kendine geniş mânâda bir alan bulabilmiş değil. Ama yine de klâsik edebiyatımızda “Şitâiye” denilen şiirlere rastlanır.
Zengin muhayyile gücü
Divan edebiyatımızda bahar şiirleri ‘dış’a yöneliktir. Kış şiirlerinde ise bir içe dönme ve kapanma söz konusudur. Havanın soğukluğuyla birlikte dikkatler daha çok insanın iç benliğine ve manasına yönelir. Zengin bir muhayyile gücüne sahip olan Divan şairleri, kışı bütün haşmetiyle tasvir ederler. “Mangal kenârı kış gününün lâle-zârıdır” mısraı derunî alemimize bakan medeniyetimizin bir aks-i sedasıdır âdeta.
Buluta gözyaşı döktürmek
Bâkî, Nedim, Seyyid Vehbi, Fuzulî ve Şeyh Galib’in kasidelerinde muhteşem kış memvsiminin güzelliğini tadarız. Nedim’in “Yaklaştı şitâ ebr-i siyeh tuttu cihânı” mısraında duyduğu tatlı ürpertiyi, biz de hissederiz. Kış teması, tasavvufve halk şiirimizde de yaygındır. Yunus bir İlâhi’sinde buluta gözyaşı döktürmek ister: “Karlı dağların başında / Salkım salkım olan bulut / Saçın çözüp benim için / Yaşın yaşın ağlar mısın?”