Mesela yani makamından bir bahis açalım.
MHP lideri Devlet Bahçeli, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın kazanamayacağını düşünüyor olsa.
Kurdukları ittifak masasında peş peşe yaptıkları toplantılarda bu konuyu hep dile getirse.
“Kazanacak aday ile seçime girmek gerektiğini” defalarca söylese.
O da başka bir adayda karar kılmak anlamına gelse.
Nezaketi elden bırakmadan, gülücükleri ihmal etmeden, buluşmalarda hararetle tokalaşsalar fakat hiçbir zaman aynı fikirde olmasalar.
Tek düşünceleri, iktidarı kaptırmamak olsa ve o çerçevenin dışına asla çıkamasalar.
Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaylıkta ısrar ettiğini göre göre, bile bile ondan yana tavır almasa.
“Karar üçlü masadan çıkacak” demelerine rağmen, ortağını desteklemese.
Onun isteğini, düşüncesini göz ardı etse.
Yetmezmiş gibi, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın ile sık sık bir araya gelse.
Onu Kocaeli’yi fetheden Orhan Bey’e benzetse.
Dini bütün olduğu herkesçe bilinen, umreye de gitmiş olan ağabeyi, “Tahir Bey’in yüzünde Rabbiyesir gördüğünü” söylese.
Açılışlarla kapanışlarda buluşsalar; başarılarını övse.
Çalışmalarını her zaman desteklese.
Köz kırpsa.
Mavi boncuk verse.
Yan yana fotoğraf çektirseler.
Sonra cebini yokladığında, bir de baksa ki cebinde bir mavi boncuk daha varmış.
Onu da Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a -yine tebessümünü esirgemeden- ikram etse.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Belediye başkanlarının işlerine devam etmeleri gerektiğini” açıklasa fakat Bahçeli defalarca söylenen bu sözü hiç duymamış gibi davransa.
O duymamış gibi yaptıkça Erdoğan “Belediye başkanlarını kesinlikle aday yapmayacaklarını” beyan etse.
Bahçeli o sözleri de yok hükmünde görse.