Yemeği getiren garson, elindeki tabakları masaya bıraktıktan
sonra, İngiliz meslektaşlarını çileden çıkaracak tarzda sordu:
“İçecek?”
Pratik çocuk; uzun boylu uğraşacak vakti de yok niyeti de.
Oysa biraz daha nezaket gerekir.
Tabakları fırlatır gibi bırakmakla tek kelimelik soru birleşince,
kaba hareketler de üstüne eklenince, takdir edersiniz ki biraz can
sıkıcı oluyor.
Gelenek yönünden bakılırsa, müşterinin 'velinimet' olduğu kalmış
zihnimizin bir köşesinde, fakat o kadarını da beklemiyoruz
elbet.
Abartmaya lüzum yok; biz kral değil ama müşteriyiz.
Zaten o lokantaya kral gelmez.
İngiliz Kralı VIII. Edward'ın İstanbul ziyaretini hatırladım.
Garsonun yemeği dökmesi üzerine ne demişti Atatürk?
“Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim.”
*
Herhalde bizim garsonun da canı sıkkın.
Çok çalışıyor, az maaş alıyor olabilir.
Sık rastlanan bir durum zira.
Hatta yakın zaman içinde işini değiştirmeyi düşünüyor da
olabilir.
Elinde sipariş fişiyle karşımda bekleyen genç garsonun sorusuna ben
de tek kelimeyle cevap verdim:
“İçmeyecek.”
*
Dedim ki hiç kimse işsiz kalmasa.
Her evde çorba rahatça kaynasa.
Herkes sevdiği işi yapsa ve hep beraber arı gibi çalışsak.
Yarışmacı arkadaşlara da başarılar dilesem.
Olmuyor ki, her şeyin gönlümüzce olmasına imkân yok.
Gönüldekiler çelişiyor en azından.
Bunun farkındayım ama içimden geçen de çok fazla bir şey değil.
Az fazla belki.
NE İÇTİĞİNİZE DİKKAT EDİN
Birkaç gün önce radyodan duyduğum haber son derece çarpıcıydı.
Ölüm haberine gülünür mü hiç?
Fakat boş bulundum.
“Kah” dedim, kaldım. İkincisi gelmedi.
Ölüm, hayatın en ağır gerçeği.
Herkesin başında.
Ve elbette her ölüm kalanı ziyadesiyle üzer.
Gidenin gittiği yer çok güzel olsa bile.