Kapı açıldı, biri içeri girdi. Onunla beraber yağmurun kokusu,
fırtınanın ayazı. Kahveci Hacı Kadir uzun süpürgenin sapına
dayanarak gelene baktı.
Biraz ürperdi ama renk vermedi.
Ne de olsa gecenin bir vakti
Saç-baş birbirine karışmış, sırt çantası taşıyan bir garip adam.
Üstelik sakallı. O yıllarda memlekette sırt çantası yoktu. Demek bu
adam yaban ya da turist. Orada öylece gözlerini kısmış duruyor,
dimdik Hacı'ya bakıyor.
Kadir Usta Hacc'a gidip geldikten sonra saldığı akı karasından
fazla sakalını kaşıdı.
Sessizlik ortamı gerdi.
Kadir Efendi eski kulağı kesiklerdendi. Babadan kalma Cihan Otel ve
Kıraathanesi'ni işletiyordu. Sakalı salmış ama delikanlı
günlerinden kalma meşin bilekliği sağ kolundan çıkarmamıştı.
Bu küçük taşra kentinde gelenek böyle idi. Yaş kırka varıncaya
kadar her bo.. ye, vur-kır sana delikanlı desinler, lâkin Hakk'a
riayet et, sonra dost hayatı, alkol falan neyse fırtına evlenince
diner.
Yaş kırk dedi mi doğru Hacc'a. Dönünce sakalı salıp, takkeyi başa
geçirip, mescitte en ön safta yerini alırsın.
Kadir de bu köprüden geçmiş namlı kabadayılardandı.
Gün biter, gece biter, müşteriler gider, garsonlar gider, Kadir son
bir defa dükkânı süpürür, sobayı kontrol eder, Kıraathane'ye
bitişik otelin kâtibini uyandırıp tenbihatını yapar, sonra gönül
huzuru ile evine giderdi.
Gececi takımından idi, eski alışkanlık. Sabah namazından sonra
yatar, geç uyanır, sıkı bir kahvaltı yapar, kahveye öyle
gelirdi.
Çenesini süpürgenin sapına dayayıp seslendi.
- Hoş geldin ağa, buyur.
Karşıdaki bu sıcak daveti bekliyormuş demek, hemen geldi, henüz tam
sönmemiş olan koca sobanın başına çöktü. Sırt çantasını çıkardı,
iri deri valizini masaya dayadı. Bu valize de dikkat. Başında bir
deri kasket, sırtında lacivert yağmurluk vardı.
Üstünden başından akan sular tahta döşemede kendine bir yol bulmuş,
Kadir'in süpürgesinden kurtulan kibrit çöplerini, sigara
izmaritlerini yüklenerek kapıya doğru akmaya başlamıştı. Kapı
altında bir delik, delikten sonra dökme demir boru, bunlarla
yürüyen bir hat, en dipte kanalizasyon. Dışarda fırtına uğulduyor,
yağmur şehrin üzerine kırbaç gibi iniyor.
Garip misafir şapkayı masaya koydu, ıslak ve uzun saçlarını
parmaklarıyla geriye doğru taradı, yağmurluğu çıkarıp bir
sandalyeye astı, üstünde siyah bir boğazlı kazak vardı. Kadife
pantolon ve askeriye işi botlar. Buralarda bu botlara rastlanmaz,
Amerikan pazarından alınmış, ikinci el, ama beton gibi on yıl
giysen eskimez.
Ellerini oğuşturup sobaya uzattı, üşümüş belli.
- Trenden indim, dedim buralarda bir kahve bir otel var mı? Dediler
bu saatte anca Hacı Kadir'in ora açıktır, o da şansına.
- İsabet, ben de süpürüp çıkıyordum. Hayırdır, yolculuk nerden?
Garip misafir eliyle müphem bir işaret yaptı.