Biz oyuncağını kendi eliyle yapan çocuklardık.
Ağaç dalından at yapar, koştururduk.
Kamçımız da ufak bir dal parçasıydı.
Rüzgâr gibi uçar giderdi atlarımız.
Balya telinden araba yapar, süpürge ile sokağı veya boş araziyi
temizleyerek açtığımız dolambaçlı yollarda yarışırdık.
Diğerini geçmek değil, düzgünce kullanmak ve yoldan dışarı
çıkmamaktı maharet.
Gazoz kapakları hazinemizdi.
Her birinin değeri vardı.
*
Bineceğimiz arabayı da kendimiz yapardık.
Ağaçtan.
Sağlam bir ceviz dalından dört tekerlek keser, ortasına burgu ile
delik açardık.
Arka tekerlekler öndekilerden daha büyük olurdu.
Tıpkı arka dingilin ön dingilden büyük olması gibi.
Tekerlerin her birinin üstünü sağlam lastik parçaları çakardık ufak
çivilerle.
İki dingil arasına uzatıp çaktığımız bir buçuk metrelik odun da
sağlam olmak zorundaydı.
Ona at arabalarındaki gibi 'ok' derdik.
*
Ön dingil hareketli olurdu.
Manevra yaptığımızda sağa sola dönebilmesi için ip bağlardık.
O ip, direksiyon görevi göreceği için çok önemliydi.
Arka kısmına iki ilave tahta çakarak, oturacak yer yapar, ayak
koyacağımız yere de ufak bir odun parçası çakmak gerekirdi.
Yamaçtan aşağı saldık mı, tıkır tıkır gider, bazen ayağımızı yere
koyarak fren yapmak zorunda kalırdık.
Yine ufak bir dal parçasından arka tekere temas eden el freni de
olurdu.
*
Yarışların keyfi bambaşkaydı.
Tekerleklerin sürtünmeden dolayı tutuşmaması için yağ sürerdik.
Yokuş bittiğinde, düzlüğe gelince yavaşlayıp duran tahta arabamızın
ipinden tutar, yukarı doğru çeke çeke yürürdük.
Hayat gibiydi bizim arazilerimiz; inişli çıkışlı.
Tepeye çıktıktan sonra tekrar binip aşağıya kadar hızlanırdık.
Geriye doğru hafifçe eğilmek, hızı artırırdı.
Bir defasında dayım bana gerçek direksiyonlu bir araba
yapmıştı.
O direksiyonu nereden buldu, nasıl da merak etmiştim.