Irak topraklarına yabancı değildik. “Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz” sözü başka hangi dilde var?
Kerkük, Musul ve Erbil’i bilirdik. Misak-ı millî sınırlarından bahsederken ister istemez andığımız yerlerdi.
Oralarda kardeşlerimiz yaşamaktaydı ve günün birinde “şuradan çizgi çektik, sınır tayin ettik” diyenlerin sözünden dışarı çıkılmazdı.
Kerbela denilince büyük acı gelirdi aklımıza. Halepçe de hafızalarımızda kötü hatıralarla yer etmişti.
Süleymaniye’de târih seslenirdi bize.
Necef’i maşrapadan tanırdık.
Basra’nın körfezi vardı.
Akra’yı duymuştuk, İskenderiye de yabancı değildi.
Fakat çok meşhur olmasına rağmen Kut’tan uzak kalmıştık. Her nedense silinmişti. (İngiliz silgisiyle.)
Aynı şekilde Kazımiye, Tıkrit, Samarra, Divaniye pek ilgi alanımız içinde sayılmazdı.
Bu şehirlerin hepsini bilenler, ancak yakından ilgilenenlerdi. Sıradan insanlar, çoğundan bihaber yaşar giderdi. Zaten çok yıllar önce elimizden çıkmıştı.
Ne zaman ki Irak toprakları işgal edilmeye başlandı, biraz biraz öğrenmeye başladık.
SURİYE
Suriye için de aynı durum geçerli. Halep hemen yanı başımızdaydı. Rakka, az ötemizde.
Halep oradaysa, arşının yeri de belliydi.
Şam ise aklımıza ilk gelen şehirlerdendi. Humus ve Lazkiye’yi de dahil edebiliriz.
Fakat ötesi yine uzmanlık alanına girmekteydi.
Ne zaman ki Suriye toprakları haçlı ordularının işgaline uğradı, biz unuttuğumuz şehirleri bir bir yeniden öğrenir olduk.