Çocukluğumda bir Arabistan şehrinde ihtiyar bir kadın
tanımıştık. Sık sık hastalanır, humma başlar başlamaz İstanbul
sularını sayıklardı:
-Çırçır, Karakulak, Şifa Suyu, Hünkâr Suyu, Taşdelen, Sırmakeş…
Âdeta bir kurşun peltesi gibi ağırlaşan dilinin altında ve gergin,
kuru dudaklarının arasında bu kelimeler ezildikçe fersiz gözleri
canlanır, bütün yüzüne bizim duymadığımız bir şeyler dinliyormuş
gibi bir dikkat gelir, yanaklarının çukuru sanki bu dikkatle
dolardı. Bir gün damadı babama:
-Bu onun ilâcı, tılsımı gibi bir şey… Onları sayıklayınca
iyileşiyor, demişti.
Kaç defa komşuluk ziyaretlerimizde, döşeğinin yanı başında, onun
sırf bu büyülü adları saymak için, bir mahzenin taş kapağını
kaldırır gibi güçlükle en dalgın uykulardan sıyrıldığını
görmüştüm.
*
Tanpınar'ın hatıraları… İstanbul bahsine böyle
başlar üstat.
Herkes için su hayattır… Orası malûm.
Bazıları için suyu içmek değil, adını söylemek bile fayda
sağlar.
Şehrinden uzak kalmış yaşlı ve hasta bir kadının, İstanbul
sularının adını sayması bile ilâç gibi gelir.
*
Eski İstanbullular, bir yudumda tanır, suyun hangi
kaynaktan olduğunu bilirdi.
Bugün bunu yapabilecek kaç kişi kalmıştır kim bilir…
Birçok şehirde durum aynıdır; ihtiyarları kandıramazsınız.