1924’ten beri Türkiyemiz bir darbeler ülkesidir.
Adına inkılap, devrim, reform, yenilik de deseniz darbe darbedir.
Millî kimlik ve kültüre, evrensel insan hak ve hürriyetlerine aykırı ve zıt her zorlama, her faşizm darbedir.
Millî iradeye aykırı olarak yapılan her zorlama darbedir.
Hukuka aykırı her zorlama darbedir.
Din ve vicdan hürriyetine aykırı bütün kısıtlamalar, zorlamalar, baskılar darbedir.
Ezan-ı Muhammedî okunmasının yasaklanması darbedir.
On binden fazla camiin, mescidin, tekkenin, medresenin, taş mekteb binasının, imaretin, vakıf eserinin satılması veya kiraya verilmesi, tahrip edilmesi hep darbedir.
Tarihî İslam kabristanlarının yok edilmesi darbedir.
Bu milletin bin yıldan fazla kullandığı yazının yasaklanması darbedir.
Lisan ve edebiyatımıza yapılan bütün faşist baskılar hep darbedir.
İsviçre Medenî Kanununu tercüme edilip başına Türk Medenî Kanunu yazılarak zorla kabul ettirilmesi darbe değil de nedir Bu milletin, kendi Medenî Kanunu hazırlayacak hukukçuları mı yoktu
Darbe denilince sadece 27 Mayıs 1960’ı, 12 Mart 1971’i, 12 Eylül 1980’i hatırlamak ve düşünmek büyük bir eksiklik ve yanlışlıktır.
Evet, yazımın başında dediğim gibi 1924’ten bu yana darbe üzerine darbe yedik.
Her darbe belimizi kırdı, her darbe bizi geriye götürdü.
Darbelerle uğraşmasaydık, bizim ülkemiz Ortadoğunun Japonyası olurdu.
Son vahim darbeyi magazinleştirenler, rating konusu yapanlar, mıncıklayanlar, cıvıklaştıranlar yukarıda anlattığım gayr-i meşru işleri darbe olarak görüyorlar mı, görmüyorlar mı
Şapka devrimine muhalefet eden nice masum vatandaşın idam edilmesi darbe değil midir
Millî kimliğe, millî kültüre, millî iradeye aykırı darbeler yapacağımıza, biz de Japonlar gibi ilme, irfana, sanata, çalışmaya, tekniğe, endüstriye yönelmiş olsaydık, bugün Japonya gibi olurduk.