Kolay değil, 37 yıl geçip gitmiş 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden.
İdam sehpasına yürüyenler unutulup gitti...
Ve yürütenler de.
*
Çocuklarını sevmeyen bir ülke haline geldiğimiz günün başlangıç tarihi ne zamandır bilemiyoruz ama kendimizi bildik bileli devletle millet arasında hep bir savaş vardı...
Kimselerin adını bilmediği, koyamadığı...
Nedenlerini ise her geçen gün biraz daha anlıyoruz.
*
“Post modern” diye adı konulan 28 Şubat dedikleri o garabet günleri yaşarken az da olsa anlamıştık...
Uzaktan kumandalı NATO kafalı üniformalıları ve paralel ekipleri tanıdıkça.
“Gelene paşam, gidene ağam” diyerek pozisyon peşinde koşanları da...
*
Ve hele 15 Temmuz akşamı yaşadığımız, darbe bile diyemeyeceğimiz ama katliam ve hainlerin isyan gününü de yaşayınca bir kez daha ülkesini, bayrağını kendi çocuklarını ve halkını sevemeyen bir kesimi içimizde büyütüp besledi-ğimizden artık emin olmuştuk.
İçimizde sayısız yılan beslemişiz.
Denize her düştüğümüzde ise yılanlara sarılmışız.
Ve yılanların öcüyle tanışmışız...
*
Kim bilir, hâlâ ne yılanlar yaşıyor içimizde, yanımızda, arkamızda ve önümüzde.
Tanıyarak da büyüyemiyoruz.
Yılanlar sürekli gömlek değiştiriyor.
Bizler ise aynı filmi izlemeyi nedense çok seviyoruz hâlâ.
*
Kaç bin yıldan beri süren bir savaş var.
Para oyunlarına yenik düşüyoruz sürekli.
Ve tüm satılmışlıkların öyküsü güç paylaşımı uğruna.
O güzel dost diyordu ki:
“Mehmed’im, her kale içeriden yıkılır, bunu asla unutma!”