Günlük ve sayısız kısa hikâyelerin sayfaları arasında kaybolup gidiyoruz.
Yaşadığımız ama unuttuğumuz bazı günler rüzgârın uğultusuyla yeniden aklımıza düşüyor...
Nelerden geçtiğimizi hatırlıyoruz...
Savaşlar, depremler, yangınlar, anarşi, terör, darbe ve sayısız ihanetler...
Hayal kırıklıkları ve yaşama umudu arasında geçip giden günlere nasıl dayanabildiğimizi anlayamıyoruz...
*
Dağlara doğru koşan bir atın üstünde meçhule giden yolcuların kaderine benziyor hayatlarımız...
Duruşlar, ayağa kalkışlar, yıkılışlar ve sayısız üzüntülerimizin arasında uzun bir yolculuğa çıkmışız... Gitmişiz...
Hatırladıkça, yorganı başımızın üstüne çekip uyumak istiyoruz...
*
Kimin yüzüne bakacağını bilmeyen küçük bir çocuk gibi şaşkınız...
Acıyor her yanımız...
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki Turgut Bey’in hayali arkadaşı “Olric” ile yaptığı konuşma geliyor aklımıza...
“Hayatta üç yanlışım oldu Olric” diye başlayan hikâyesinde üç yanlışını şöyle sıralıyor:
- Tanıdım, inandım ve güvendim...
Ama bir doğrum oldu...
Nedir diyor Olric?
Diyor ki:
- Sevdim Olric. Fakat sende bilirsin ki üç yanlış bir doğruyu götürüyor...
*
Adliye koridorlarında birbirini tanıyan, inanan ve güvenen insanların hak arayışlarını izliyoruz...
Herkesin farklı bir hikâyesi var...
Ve avuçlarında ihanetlerin öyküsü...
Hâkimlerin huzuruna çıkan her iki taraf da kendini haklı çıkarmaya çalışıyor...
Şahitlerin çoğu da yalan söylüyor.
Üç yalancı şahit bir doğruyu götürüyor...