İstanbul’dan uzaklaşınca sanki zamanı tüketen bir makineden
ömrünüzü kurtarmışsınız gibi.
On günden beri Milano, Venedik, Verona, Como, Lugano, Floransa,
Pisa ve Roma’daydık.
Ne zaman Avrupa’nın farklı bir kentine gitsek olağanüstü bir
sükûnet ortamında buluyoruz kendimizi.
Sanki bir gün, bir ay gibi geliyor.
Ve zamanın bereketini fark ediyor insan.
İstanbul’da yaşamanın artık bir ayrıcalık, bir keyif olmadığını
da...
Boğaz’ın o güzel manzarasını aylarca görmeden İstanbul’da yaşayan
insanlar var, zamanın telaşına yenik düşerek, ayakta durmaya
çalışan.
Bir günde dört saat trafikte işe gitmek ve eve dönmek dışında
kimsenin doğru dürüst yapacağı bir şey kalmıyor...
Kendine ya da sevdiklerine zaman dahi ayıramıyor...
***
Ve her geçen gün biraz daha kalabalıklaşıyor İstanbul!
Olağanüstü bir telaş ve keşmekeş içerisinde tükenen günlere,
yıllara dönüp baktığımızda zamanın ne kadar da hoyratça
tüketildiğini fark ediyoruz...
Böylesine sorumsuzca dolaşan bir kalabalık ve “kabalıklarla” bir
arada yaşamak ise daha da yorucu...
Ve İstanbul’u yaşanmaz kılan bize göre tek şey; trafik!
Bu konu çözüme kavuşmadan İstanbul’da kimseye huzur yok.
Ülkenin her yerinden göç almaya da devam ediyor.
İstanbul’a elli köprü daha yapılsa yine de trafik meselesinin
çözüleceğine inanmıyoruz...
Çünkü, gerçekleştirilen bütün yatırımlara bakıyoruz, sorunu çözmeye
yönelik değil, aksine, kilitlenmeye bir düğüm daha atılıyor
sanki...
Ve bu yüzden de trafik derdi bir türlü çözülmüyor.
Otuz beş yıldan beri trafiğin çözülmesini hayal ederek büyüdük,
artık tüm umutlarımızı tükettik...
***
Konya’dakiler daha şanslı...