Olmaz, olamaz diyerek her meseleyi geçiştirmekle, düğüm atmakla bir şey çözülmüyor; aksine, sadece gün kurtarılmış oluyor...
Oysa, “Ya olursa ne yapacağız?” Sorusunun cevabına daha çok kafa yormalıyız...
“Olmaz, olamaz” dediklerimiz artık etrafımızda sürekli gerçeğe dönüşüyor...
Öfkemize yenik düşmemizin nedeni de bu yüzden...
Asıl mesele, beklenmedik olayların karşısında biz ne yapacağız, ne yapmalıyız planı üzerine plan geliştirmeliyiz.
*
Bir ülkenin kaderini “görerek” pozisyon almak veya kapmak durumundan çıkmalı.
Oyun kurucu olmak zorunda değiliz. Lakin etrafındaki ve içindeki dengeleri altüst edecek planlara karşı dirençli ve oyun bozucu olmak da çoğu zaman yeterli olabilir!
Kısacası, komşu veya müttefik devletlerle ilişkilerimiz çoğu zaman külfetli faturalara dönüşüyor.
Ve sürekli, ödeyemeyeceğimiz faturalar önümüze konuluyor.
*
Ve cehenneme dönüştürülmek istenen Ortadoğu’daki bataklığa Türkiye’yi sürüklemek isteyenler iç dengelerimizi bozmaya çalışıyor.
Büyük bir savaşın içerisine çekilmeye çalışılıyoruz gibi.
Denizlerin kıyılarına vuran insanların cesetlerine bakıp da hâlâ utanmayan Batı dünyası yarın olası bir savaşta bizim yaramıza merhem sürmeyecek...
Yüz yıl önce Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na nasıl soktuklarını ve nasıl tasfiye ettiklerini ve daha sonra toprakları nasıl paylaştıklarını ve işgal ettiklerini daha unutmadık...
Unutmamalıyız, unutturmamalıyız...