Önceki gün bizim gazetenin manşetinde çok önemli bir haber vardı..
Damla Güler’in haberi..
Savcılık boru soruşturması başlatmış..
Hani Poyrazköy’de bulunan silahlar vardı ya.. Ta 2009’da..
O günlerde;Topraktan silahlar fışkırıyor başlıkları atılmıştı..
Yedi yıl sonra savcılık bir kez daha silahları koyanların peşine düştü.. Ama şüpheliler bu kez farklı..
Darbe yapmaya hazırlanan emekli askerler değil..
Emekli askerlere kumpas kuran polisler..
*
Sanıklar sonunda beraat etti ama ömürlerinden beş yıl gitti.. Beş yıl hapis yattılar.. Beş yıl boyunca o silahları kendilerinin koymadığını anlatamadılar..
Kanıt yoktu, tanık yoktu, delil yoktu..
Ama kanıta, tanığa, delile bakan yoktu..
Sadece bu davada değil, bütün büyük siyasi davalarda durum aynıydı..
Sanıklar beraat ettiğine göre o silahları oraya başka birileri koymuş..
Büyük ihtimalle silahları bulan polisler!.
Kendi kafalarına göre hareket etmediklerine göre, emri kim vermiş?
O polislerin bulunması bu sebeple önemli..
*
Soruşturmanın savcısı ne olacak?
Tutuklama kararı veren hâkim.. Delil, kanıt, belge olmadığı halde tahliye etmeyen hâkimler..
Ne olacak?
Türkiye,polis-savcı-hâkim üçlüsünün vatandaşa tezgah kurduğu bir dönemi yaşandı..
Türkiye, iddia makamının değil, suçlananın suç işlemediğini kanıtlamak zorunda olduğu yılları gördü..
Türkiye,mahkemelere olan güvenin sıfırlandığı günlerden geçti.