İnternet çıktı, sosyal medya yaygınlaştı..
Herkes bu kuyuya haber, bilgi, fotoğraf atmaya başladı..
Ve o zaman dedik ki; artık hiçbir şey gizli kalmayacak.. Hiçbir şeyin üstü örtülemeyecek.. Dünya daha şeffaf olacak, daha özgür olacak..
Böyle oldu mu?
Maalesef!..
Önce şu çarpıcı örneğe bakalım..
*
Kocaeli’de bir grup kadın pankart asmış, üzerinde şöyle yazıyor:
Kadınlar yaşasın/yaşasın kadınlar..
Belediyenin hukuk müşavirliğinden birileri pankarttaki yazıyı sanal ortamda değiştirerek dolaşıma sokuyor.. Yazıyı şöyle değiştirmiş..
Kadına özgürlük/ sevişiriz cenabet gezeriz/tayyip sanane/yaşasın laiklik..
Amacı şu; gerçeğin değiştirilmesi, gerçeğin gizlenmesi.. Yalanın propaganda aracı olarak kullanılması..
Maalesef yeni medya düzeni bu oldu..
*
Bu pazar size bir kitaptan söz edeceğim.. Yalın Alpay yazdı; kitabın adı Yalanın Siyaseti..
Post-Truth (hakikatin gizlenmesi, yalanın meşrulaştırılması, hileye başvurulması) denilen kavramı her yönüyle ele alıyor.. (Kitabı şiddetle tavsiye ederim, siyasete, medyaya bakışınız değişecektir..)
Kitabın medyayla ilgili bölümündeki tespitler kısaca şöyle..
*
n Online paylaşılan yalanlar hakikat görünümüne bürünüyor..
n Ana akım medya akıl kullanan entelektüellerin yönetimindeydi. Çarpıtmalar, gizlemeler, abartmalar o dönemde de yapılmaktaydı ama rasyonel meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışılırdı.
n Geleneksel medyada yer bulamayan bazı kişiler web siteleriyle ana akım medyaya saldırdı, itibarsızlaştırmaya çalıştı..
n Böylece gazetecilikte kâğıttan dijitale geçiş yalnızca bir teknolojik dönüşüm olmanın çok ötesine geçti. Profesyonel etik kayboldu.
n Bir süre sonra habere ulaşmanın yeni yolu sosyal medya oldu..
n Yalan ve söylentiye dayalı bilgi, kabul edilir hale geldi..
n Bu durum haber gibi gözüken bir yığın sahte haberlere yol açtı..