LORD George Gordon Byron, üvey kız kardeşi Augusta ile aralarında bir ilişki olduğu dedikoduları ayyuka çıkınca, sisli ve soğuk İngiltere'yi terk edip, 1818 yılında Avusturya işgali altındaki Venedik'e taşınmıştı.
Venedik'i neden tercih ettiğini kolayca anlayabiliriz.
Erotik maceralar peşinde koşan, İngiltere'nin en kötü şöhretli yazarı, 'courtesan'ların en ünlülerinin yaşadığı Venedik'i seçmeyip de nereye gidecekti?
"Courtesan", Rönesans sonrası Avrupa sosyetesinde önemli bir görevi yerine getiren "bir tür fahişe" anlamına geliyor.
"Bir tür" diyorum çünkü, gözünüzde canlandırmanız gereken kadın tipi; bilgili, kültürlü, şiirden, edebiyattan, politikadan anlayan, hoşsohbet ve güzel bir kadın.
Asillere hizmet ediyor, sayısız âşığı var ama buna karşılık hemen hemen hiçbir hakkı yok, birisine âşık olmak da dahil!
Bilmiyorum Tehlikeli Güzellik filmini seyrettiniz mi? Filmde öyküsü anlatılan kadın bir 'courtesan'dı ve bedenine hapsedilemeyen özgür ruhu, erkekleri nasıl dize getirebileceğini gayet iyi biliyordu. Siz de bunu nasıl başarabildiğini kolayca tahmin edebilirsiniz.
Lord Byron, bu amaçla Venedik'e gitmişti.
Casanova'ya özenip bir Palazzo'nun duvarından tırmanarak bir kadının yatak odasına girmek isterken, Canal Grande'ye ya da Venedikliler gibi söyleyecek olursak Canalasso'ya düşmüş ama boğulmamıştı. Zaten Çanakkale Boğazı'nı yüzerek geçtiğini de biliyoruz, iyi yüzücüydü, toprağı bol olsun.
Peki amacına ulaştı mı, o konudaki bilgilerimizi, Byron'un anılarını temize çeken Mary Shelley'nin anılarında yazdıklarına borçluyuz: "İçinde fazla bir şey yoktu!"
Gerçi Byron daha sonra "Anılarımın gerçekten önemli bütün bölümlerini atladım, ölülere saygıdan ve yaşayanlara ya da ikisi birden olanlara duyduğum saygıdan yaptım bunu" diyecekti. (Bu bilgileri şu kitaptan öğrendim: