CİZRE, 4 Eylül'den beri sokağa çıkma yasağının uygulandığı, girişin ve çıkışın yasaklandığı bir kentimiz.
100 binden fazla insan bu kentte yaşıyor.
Cizre'nin "kuşatma altına" alınmasının nedeni, resmi açıklamalara
göre PKK'nın ilçe merkezinde hendekler kazması, yollara ve binalara
patlayıcılar döşemesi.
Güvenlik güçleri, bu durumu ortadan kaldırmak için operasyon yapma
gerekçesiyle bütün bir kenti hapishaneye çevirdi.
Normal bir demokratik düzende herkesin toptan cezalandırılması
anlamına gelecek bir tutum bu.
Suçlu ile suçsuzu ayırt etmeyen, topyekûn bir cezalandırma.
İnsanlar evlerinden çıkamıyor, bir aile ölen çocuğunu defnedemediği
için cesedini buzlukta saklamak zorunda kalıyor.
Evlerine hapsolan insanların daha ne tür acılar çektiklerini
bilemiyoruz, çünkü Cizre ile her türlü haberleşme de kesik.
Ama mesele böyle siyah ve beyaz bir fotoğraf çerçevesine sığmayacak
kadar karmaşık.
PKK'nın da ne yapmak istediğine bakmak, onu görmeyi de unutmamak
gerekiyor.
Cizre'de, PKK'nın emri üzerine "özerklik" ilan edildi.
İlk günlerde gelen haberler iki mahallenin PKK'nın silahlı
elemanları tarafından işgal edildiği yönündeydi.
Bir devletin, ülkesinin bir yerinde silahlı birileri özerklik ilan
ettiğinde, buna müdahale etmemesi düşünülebilir mi?
Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Suriye gibi içsavaşla
parçalanmış, merkezi idarenin bütün otoritesini ve hâkimiyetini
kaybettiği bir ülkeden söz etmiyorsak tabii.
PKK, özerklik ilan eder ve kenti işgal ederken bunu düşünmemiş
olabilir mi?
Böyle bir şey mümkün değil.
Onlar da biliyorlardı ki hiçbir normal devlet buna müsaade edemez
ve müdahale eder.
Zaten istedikleri de buydu: Devlet müdahale etsin.
Halk ile devlet karşı karşıya kalsın, can kayıpları olsun ki halk
da keskinleşsin, devletin karşısına geçsin.
Çünkü orada yaşayan insanlar, PKK'nın savaş ağalarının umurunda
bile değil.
Ölebilirler, yaralanabilirler, her şeylerini kaybedebilirler.
PKK'nın savaş ağaları, o gariban insanların başına gelebilecekleri
dert etmezler kendilerine.