BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "yeni anayasa" yapımı için 135 dakika görüştüler.
Değişiklik yöntemi ve 12 Eylül yasalarının temizlenmesi ile ilgili olarak görüş birliğine varmışlar, parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi konusunda anlaşamamışlar.
Öne şunu söylemeliyim ki Başbakan ile ana
muhalefet liderinin 2 saat 15 dakika medeni bir görüşme yapabilmiş
olmaları sevindirici bir gelişme.
Herkes çatışmadan, kavgadan yoruldu ve artık oturup sakin
ve medeni bir şekilde sorunlarımızı çözmek
zorundayız.
Siyaset de esasen bunun için yapılır, sorunları çözmeyi hedefler,
kavgayı değil.
Başbakan Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’na “Sayın
Cumhurbaşkanımızı çok sert sözler ile eleştiriyorsunuz, bundan
rahatsızız, eleştiri dozunuzu biraz
düşürün” demiş.
Umarım aynı şeyleri Cumhurbaşkanı’ndan da rica ediyordur.
Hangimiz “dünyanın en çok hakarete uğrayan” bir
Cumhurbaşkanı’na sahip bir ülkenin vatandaşı olmak isteriz ki
zaten?
Cumhurbaşkanı da hem sesinin tonunu biraz düşürse hem de sözlerinin
ayarının kaçmamasına dikkat etse, ne kadar iyi olur.
Başbakan, nasıl bir başkanlık sistemi düşündükleri ile
ilgili ayrıntıya girmemiş.
Oysa bu konudaki tartışmayı doğru bir zeminde yapabilmemiz için bu
önemli.
Nasıl bir sistem olacak? Denge-fren mekanizmaları nasıl işleyecek.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı nasıl sağlanacak, yasamanın
yürütme üzerindeki denetimi ile ilgili nasıl bir mekanizma
kurulacak?
Bunları bilmeliyiz ki neyi tartışacağımızı da bilelim.
Önemli olanın demokrasinin gelişmesine izin verecek bir sistem
olduğu bir gerçek.
Başkanlık ya da parlamenter sistem, hangisi olursa olsun bütün
mesele güçler ayrılığını sağlayacak ve denge-fren mekanizmaları
sağlam bir sisteme geçebilmek.
Türk tipi parlamenter sistemi bırakıp Türk tipi başkanlık
sistemine geçeceksek, bundan demokrasi filan çıkmaz,
unutmayalım.
Çözüm süreci, ‘oyalama süreci’ imiş!
HDP Grup Başkanvekili İdris
Baluken, çözüm süreci görüşmeleri sırasında kendilerine
özerklik konusunda sözler verildiğini açıkladı.
Baluken, “yerinden yönetim anlayışıyla yasal düzenlemeler
yapılacağı” sözünü hem “devlet”, hem
de “hükümet üyelerinin” verdiğini
söyledi.
“Devlet” dediği sanırım görüşmeleri yürüten MİT yetkilileri
olmalı.
MİT yetkililerinin kendilerine bu konuda siyasi bir talimat
verilmeden kafalarından böyle sözler veremeyecekleri de sır
değil.
Yani verilen söz esasen AKP hükümetinin
sözü.
Türkiye’de, demokrasinin az gelişmişliğinin göstergelerinden
birinin de merkezi idarenin aşırı yetkileri olduğunu
biliyoruz.
AB üyesi olacak isek de zaten yerel yönetimlerin güçlendirilmesi,
yerinden yönetim ilkelerinin hayata geçirilmesi de
gerekiyor.
Bu Kürt sorunundan bağımsız bir sorun olmamak ile birlikte
bütün ülkenin temel sorunlarından biri.