BİZİM memlekette ölüleri rahmetle anmak, arkalarından kötü konuşmamak bir gelenek. Böyle büyütüldüm ve şimdi Kenan Evren'in ardından bir yazı yazmam gerektiği için zorlandığımı bilmenizi isterim.
Kenan Evren, hiç kuşkusuz ki ülkemizin tarihi için önemli bir
figür.
Tarihi kişilikleri onları yaratan ve rollerini icra ettikleri
dönemin koşullarını göz ardı ederek yargılamamak gerekir, bunun da
farkındayım.
11 Eylül 1980 gününün Ankara'sını çok net hatırlıyorum. Yankı
dergisinin Konur Sokak'taki ofisinden çıkmış, öğle yemeği için
Mülkiyeliler Birliği'nde arkadaşlarla buluşmuştum.
Bir saatlik yemek süresince beş kez patlama sesi ile
irkilmiştik.
O günlerin Ankara'sı için beklenmedik bir durum değildi.
Hava karardıktan sonra eve gitmek için yürümeyi tercih etmek, artık
geride kalmıştı.
Bir karanlık köşede vurulmak, evine bomba atılması işten bile
değildi, buna karşı kendince önlemler alanlara da kimse "paranoyak"
muamelesi yapmıyordu.
Birçok kişi gibi ben de, Kenan Evren'in askerin yönetime el
koyduğunu açıkladığı konuşmasını dinlerken hem bir huzursuzluk hem
de bir rahatlama hissetmiştim.
Huzursuzdum, asker darbe yapmıştı. Yunanistan'daki Albaylar
Cuntası'nın, Şili'deki Pinochet'nin, Arjantinli generallerin
yaptıkları hafızamda tazeliğini koruyordu. 12 Mart sanki "dün
gibiydi".
Oralarda yaşananların bu kez Türkiye'de tekrarlanacağını, ağır bir
faşizmin hepimizi baskısı altına alacağını tahmin etmek için fal
açmam gerekmiyordu.
Öte yandan rahatlamıştım, "En azından bir sokak köşesinde
vurulmayız" diye düşünmeden de edemiyordum.