GÜNÜN gözde konularından biri de Irak yönetimine fırça atmak.
Şu kadar milletin askeri Irak topraklarını postalları ile
çiğner, bir de üstüne ülkenin bir bölümü bütün dünyanın “terörist”
diye tanımladığı bir örgüt tarafından ele geçirilmişken, nasıl olur
da Türk askerinin Başika’daki sınırlı varlığından rahatsız
olabiliyorlar diye!
Bunun nedenini tarihte aramak gerekir sanıyorum.
Fonunda Sünni-Şii anlaşmazlığı ve Arap milliyetçiliği olan, Yavuz
Sultan Selim’den başlayarak, Cemal Paşa’ya varana kadar bir dizi
tarihi anı olmalı.
Elbette günümüzün politik ve stratejik hesaplarını da bir sos
olarak bunun üzerine dökmelisiniz.
Sözü uzatmak gibi olmasın ama geçtiğimiz ay, Atlas dergisine
Azerbaycan ile ilgili bir yazı yazdım. Bunun için Bakü ve Gence’ye
gittim. Merak etmeyin, konudan sapmıyorum.
Gence’yi tercih etmemin nedeni büyük şair Nizameddin İlyas Bin
Yusuf’un kenti olmasıydı. Herkesçe bilinen adıyla Nizami
Gencevi’nin dolaştığı sokaklarda dolaşmanın bana nasıl bir duygu
vereceğini merak etmiştim.
Şairlerin yazdıklarında, yaşadıkları kentlerin, coğrafyanın ruhu
vardır.
Nizami Gencevi, Firdevsi’yi bir kenara ayırıp söyleyecek olursak
gösterişli ve aşırı bezemeli Doğu şiirinin en büyük yıldızıdır.
Düşünün ki bizim en büyük şairimiz Fuzuli de Nizami’yi üstat,
kendisini öğrenci olarak tanımlamıştır.
Yani Fuzuli, Nizami’nin kaftanının cebinden çıktı dersek, yanlış
olmaz.
Nizami Gencevi (Genceli Nizami de diyebilirsiniz) bütün Arap, İran
ve Türk coğrafyasında değişik versiyonlarıyla bilinen bu basit
Leyla ve Mecnun öyküsünü, kurgulayarak, başı sonu belli bir
mesnevide yeniden hayata getiren şair olarak çok önemlidir.
Fuzuli’nin de kendi mesnevisinde Nizami Gencevi’ye saygısının bir
işareti olarak iki beyti aynen aktardığını, üç kez de Nizami’den
söz ettiğini söylemeliyim.
Fuzuli’nin mesnevisini bizim için eşsiz kılan şey ise bu mesnevinin
Türkçeye kattıklarının yanı sıra Bağdat’ın fethi ile
ilişkisidir.
Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden sonra yazılmış, Bağdat Valisi
Süleymani Paşa’ya sunulmuştur.
Gazetelerde Irak ve Bağdat yönetimiyle tartışmaları okurken benim
aklıma Leyla ve Mecnun’un gelmesinin tarihsel nedeni de budur.
Fuzuli’nin büyüklüğü, bu öyküyü anlatırken mesneviye ve zamanın
Türkçesine verdiği değerle sınırlı değil.
Fuzuli, sıradan bir aşk öyküsünden yola çıkarak bir ilahi aşk
öyküsü yazmıştır.
Aşkın bedensel sınırlarının olmadığını, tamamen ruha ilişkin
olduğunu anlatır.