DIŞİŞLERİ Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, son yapılan Büyükelçiler
Konferansı’nda dış politikamızın ana çizgilerinin “yerli ve milli”
olacağını söylemişti.
“Milli ve yerli” dış politikanın ilk meyvelerini toplamaya
başladığımız görülüyor.
Diplomasi ile ilgisi olmayan bir politika bu belli ki.
Avrupa’da bazı ülkelere hâkim olan “popülizm” hastalığı, ırk ve din
temelli bir düşmanlık üzerinde yükselmeye çalışıyor.
Hollanda’da yaşadığımız şey tam olarak budur. Hollanda’nın tutumu
hiçbir şekilde onaylanamaz, hoş görülemez.
Hollanda’nın aşırı sağcı muhalefet liderinin izandan yoksun
olduğunu biliyoruz ama Hollanda Başbakanı da onun kazdığı kuyuya
düşmemeli, devlet adamı sorumluluğuyla hareket etmeliydi.
Türkiye’de de bir popülist politika sorunu olduğu bir gerçek ve bu
da “Batı düşmanlığı” üzerinde yükseliyor.
Oysa, Hollanda ile yaşanılan sorun, kriz noktasına gelmeden kolayca
önlenebilirdi.
Dışişleri Bakanı’na iniş izni vermeyen Hollanda’ya karşı yapılacak
iş, bir başka bakanı karayoluyla Hollanda’ya göndermek değildi.
Onun sınır dışı edilmesi ve yöntemini eleştirmeliyiz ama bu
diplomasinin yöntemleriyle yapılmalı, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin varlığı üzerinde ısrar edilerek ortaya
konulmalıydı.
Orada yaşayan Türkleri zor duruma düşürecek tavırlardan
kaçınılmalıydı.
Hollanda’nın yaptığı hukuksuzluğa karşı diplomasiyle mücadele
etmek, Avrupa’da demokratik değerlere inananları Türkiye’nin yanına
çekerek bunun yaratacağı baskıyla sorunu çözmeye çalışmak
gerekiyordu.
Şimdi bol bol nutuk dinleyeceğiz: Yanlarına kalmayacak, bedelini
ödeyecekler, ayaklarımıza kapanıp özür dileyecekler vs.
Bu sonuç verecek bir yöntem değil, daha önce İsrail ile, İtalya
ile, Rusya ile yaşadığımız krizlerde de bunu gördük.
BİRAZ İNCELİK GEREK