“Yaptırımları doğru bulmuyoruz. Farklı bir oyun oynanıyor,
oyunun arkasında kimler var tespit etmiş değiliz.”
Katar’a yönelik yaptırımlar öyle görünüyor ki hükümet açısından tam
bir “sürpriz” olmuş.
Bölgeyle bu kadar içlidışlı olmuşken, bir de üstelik “bölgesel güç”
olma peşindeyken böyle sürprizlerle karşılaşmak ezberleri bozuyor
tabii.
Ezber bozulmamış olsaydı, sorumluyu teşhis etmek kolay olacaktı:
Üst akıl!
Üst akıl gelip bir oyun çevirecek ve tabii ki karşısında bizi
bulacaktı.
Ama her şey o kadar açık ki “oyunun arkasında” hep bir şeyler
olması gerektiğini düşünen gözler, o apaçık görünen gerçeği “tespit
edebilmiş değil”.
Neyin tezgâhlanmakta olduğu çok açık: Suudi Arabistan ve Mısır gibi
ülkeler, bölgede Hamas’ın ve Müslüman Kardeşler’in Katar’ın
himayesinde varlıklarını sürdürmesini istemiyorlar.
Buna bir de ABD yönetiminin İran’ı kuşatma isteği de eklenince,
ortaya bu sonuç çıktı.
Türkiye’yi asıl ilgilendiren kısmının da bu olması gerekiyor
zaten.
Bölgede Hamas’a ve Mısır’dan kovulan Müslüman Kardeşler’e, Katar
kadar olmasa da yakın olan ikinci ülke Türkiye.
Elbette Türkiye’ye yönelik benzer yaptırımlar olmayacaktır ama bu
konuda eskisi kadar “geniş” davranamayacağımızın ipuçlarını da
görmek gerek.
FETÖ TAKTİKLERİ
“PELİKAN Dosyası” adıyla bilinen “trolleme” sonucunda
Başbakanlık’tan ve AKP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda
kalan Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu, aradan geçen bunca zaman
sonra bu konudaki görüşünü ilk kez Konya Kanal 42 televizyonunda
açıkladı.
“Bu taktiği ilk kez FETÖ kullanmıştır. Herkes kimler olduğunu
biliyor. Burada mesele, bu davaya hayatlarını vermiş vicdanlı
insanların itibarsızlaştırılarak devre dışına çıkarılmaya
çalışılmasıdır. Trollere kızmıyorum, ama susanlar beni üzüyor”
dedi.
Davutoğlu’nun haksız olduğunu kimse söyleyemez, gerçek böyle.
Sorun sadece bazı insanların FETÖ taktikleriyle
itibarsızlaştırılmasından ibaret de değil.
Fetullahçı çetenin, Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk ve şike
davalarında uyguladığı taktikler ne yazık ki günümüzde de muhalif
sesleri kısmak için sürdürülüyor.
Kim oldukları ve neye hizmet ettiklerinden şüphelenilmesi gereken
“gizli tanıklar”, Fetullahçı çetenin içinde yıllarca yer alarak,
her türlü namussuzluğun yapıldığı döneme tanık olup o vakit
seslerini çıkarmayanların suçlamaları ile davalar açılıyor,
insanlar tutuklanıyor.
Bu yöntemlerle sakatlanan davaların gelecekte Anayasa
Mahkemesi’nden dönmese bile AİHM’den dönmesi kaçınılmaz.
Bunun sonucu da gerçek suçluların da paçayı kurtarabilmeleri
olur ki zaten bu davaları sakatlamaya çalışmalarının asıl nedeninin
de bu olduğunu düşünmemiz için çok neden var.
Öte yandan bir diğer taktikleri de Türkiye’nin yurtdışındaki
imajını olumsuz yönde etkileyerek, FETÖ ile mücadeleyi akamete
uğratmaktır.
Hukukun temel prensiplerini göz ardı etmek, onların bu oyunu daha
kolay oynayabilmelerinin de zeminini hazırlıyor.
Fetullahçıların bu tür taktikleri kullandıklarını,
kullanabileceklerini yargıç ve savcıların akıllarından
çıkarmamaları gerekiyor.
OHAL İSTİSMAR EDİLMEMİŞ
ÇOCUK İstismarı ile Mücadele Derneği’nin (ÇİMDER), Şakran
Cezaevi’nde yaptığı bir bilimsel çalışma ile ilgili raporun
yayınlanmasının OHAL gerekçe gösterilerek yayınlanmasının
engellendiği ile ilgili haberler üzerine bir yorum yazmıştım.
Adalet Bakanlığı Basın Danışmanlığı’ndan aradılar ve raporun
yayınlanmamasının OHAL ile ilgili olmadığını belirterek söz konusu
bilimsel çalışmayı yürüten Prof. Dr. Eda Şeyda Aksel’in, İzmir
Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazdığı bir dilekçeyi bana
ilettiler.
Prof. Dr. Aksel, bu dilekçesinde Adalet Bakanlığı ile daha önce
varılan anlaşma gereğince raporun yayınlanmasının izne tabi
olduğunu açıklıyor.
Raporda yer alan bulguların gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında
bazı bilimsel toplantılarda uzmanlar ile paylaşıldığını
vurguluyor.
Raporun yayınlanmamasının nedeninin Adalet Bakanlığı Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün “çocukların yüksek yararlarını göz
önünde bulundurması” olduğunu belirtiyor.
Prof. Dr. Aksel, projenin amacından saptırıldığını düşünerek, Yard.
Doç. Dr. Türkan Yılmaz Irmak ile birlikte ÇİMDER’den de istifa
etmiş.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Bilimsel bir çalışma ile elde
edilen sonuçların kamuoyuyla paylaşılmasında ben bir sakınca
göremiyorum.
“Çocukların yüksek yararlarını korumak için” yapılacak şey,
araştırma sırasında görüşülen çocukların kimliklerini saklamak
olmalıydı, bütün raporu saklamak değil.
Benzer çalışmaları sürdüren akademisyenler için, ceza ve
tevkifevlerinde görev yapan uzmanlar için yararlı olabilecek bir
çalışmayı saklamak yerine paylaşmak daha doğru olurdu.