MURAT Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık, Akın Atalay ve Kemal Aydoğdu’nun “tutukluluk hallerinin devamına” karar verilmesi sanırım kimse için sürpriz olmadı.
Çünkü biliyorsunuz bağımsız olmayan bir yargı düzenimiz var ne yazık ki.
Elbette usulüne uysun diye mahkeme salonları, yargıçlar, avukatlar, savcılar, dinleyici sıraları filan da var tabii ama buralarda yapılan “zahiri” bir yargılama.
“Zahiri yargılamada” iddianameyi öğrendik, iddiaların ne kadar kof olduğunu da savunmalardan öğrendik.
Pideciler, parkeciler, turistik acentelerden oluşan bir suç örgütü bağlantısının varlığından haberdar olduk.
Gülümsememize de neden oldular ama aslına bakarsanız ağlamalıydık, yargının düşürüldüğü duruma çıplak bir şekilde tanık olduğumuz için!
Ama dedim ya bu “zahiri” (görünürdeki) bir yargılamaydı.
Ve bir tuhaflığa daha tanık olduk, Ahmet Şık, savunmasını öyle yaptığı için de bir kez daha yargılanacak.
Sanırım dünyada eşi benzeri olmayan bir durum bu.
Duruşma salonunda hakkındaki iddiaları yanıtlayan sanık, bu yanıtları nedeniyle bir kez daha yargılanacak!
Fıkra gibi, ama gülemiyoruz.
Ve taaa Roma’dan beri bilinen temel bir kuralın buharlaşmasına da tanık olduk: İddiada bulunanın, iddiasını ispat yükümlülüğü! Ei incumbit probatio qui dicit non qui negat!