Şiddet ortamı öyle bir tahakküm kuruyor ki barış demek, barışta
ısrarcı olmak bile “taraf” olmakla özdeştiriliyor.
“Barış”ı en çok Kürtlerin, solcuların, aktivistlerin telaffuz
etmesi, siyaseten en çok HDP’nin barış söylemine sahip çıkması
yetmiyor.
Hatta cepheleşmenin bir parçası hale getiriliyorlar.
Benzer şekilde, son dönemde Güneydoğu ve Doğu’daki hak ihlallerine,
orman yakmalara, sivil ölümlere ses çıkartmayan, hatta tüm bunların
barış sürecinin bir sonucu olduğuna inanan milliyetçi/laik kesim,
Erdoğan devletiyle “aynı cephede” olmakla suçlanıyor.
Tam halkların arasında önyargılar kırılıyor, Türkiye barışa hazır,
geçmişin acıları ve hatalarıyla yüzleşebiliriz, denirken savaş
oyununun her şeyin üzerinden silindir gibi geçmesini seyretmek, ne
kadar acı...
Oysa Yugoslavya ve yanı başımızdaki Suriye örneği dururken hangi
akıl, hangi duygu durumu, kendi topraklarında benzerini yaşamaya
heves edebilir?
Arada kalan Apple-tab-span" style="white-space:pre"> yine
halk
Bu çirkin savaş oyununun tek oyuncusu yok... Askeri operasyonlar,
dağları bombalayarak ve Güneydoğu’da ilçelerin iletişimini kesip
ablukaya alarak sürüyor. Siviller, 90’larda olduğu gibi ya canından
oluyor ya da göç etmek zorunda kalıyor.
Suriye sınırında IŞİD’le savaşan YPG’lilerin cenazeleri bu
“strateji”nin bir parçası olarak bekletiliyor, ailelerine teslim
edilmiyor. “Ele geçirilen” PKK’lıların cansız bedenleri zaman zaman
teşhir ediliyor.