George Orwell meşhur romanı "1984"te dilin bir baskı aracı
olarak nasıl kullanılabileceğini çok güzel anlatır.
Orwell'ın kara ütopyasında siyah ve beyaz dışında renklere ihtiyaç
yoktur mesela... Mavi, sarı ya da kırmızı, siyah ya da beyaz
olmayan renklerdir, o kadar.
Çünkü ne kadar çok kelime o kadar bela demektir sistem için. Allah
korusun başka yerlere kayıverir vatandaşın aklı.
Hikâye deyip geçmeyin...
Yaşandı dünyanın her yerinde 1984'ler, yaşadık...
Devletlerin yüzyılın başında yuvarlandıkları modernizm bataklığında
nice güzelim kelimeler resmi törenle gömüldü... Yerlerine, köksüz,
takur takur, ahenksiz kelimeler "icat" edildi...
Soğuk savaşta kelimeler, kavramlar yasaklandı. Kullanan sürüldü,
içeri tıkıldı...
Ama yıllar sonra durup bakınca bu çabanın nafile olduğunu daha net
görüyor insan. Halkın yaşayan dili, karo taşlarının arasında bir
yol bulup inadına yeşeren filizler gibi, yasakları umursamadan
bildiğini okuyor.
Bakın, onca resmi çabaya rağmen, eski Cumhurbaşkanlarımızdan Ahmet
Necdet Sezer dışında 80 milyonda tek bir vatandaşa "huzur" yerine
"erinç" dedirtebildiler mi?
Ama yasaların hayata değil hayatın yasalara uyması gerektiğini
düşünen taş kafalar hiç ders almıyorlar.
Geçenlerde "solcu" bir derneğin "eş başkanı" olan bir hanımefendi,
bazı kelimelerin yan anlamlarının cinsiyetçi olduğu gerekçesiyle
TDK sözlüğünden çıkartılması için yargıya başvurdu.
Ankara 6. İdare Mahkemesi de "müsait", "boyalı", "yollu", "taze",
"oynak", "kötü yola düşmek", "esnaf", "kötüleşmek", "serbest" gibi
kelimelerin argo anlamlarının TDK sözlüğünden ve TDK'nın internet
sitesinden kaldırılmasına karar verdi.
O zaman yine bu köşede dilin yasalarla belirlenemeyeceğini
söyleyerek yargının kararını eleştirmiştim.
Ancak Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi dün örnek
bir kararın altına imza attı ve özgürlüklerden yana tavır
koydu.
Mahkeme, "argo kelimelerin sözlükte bulunmalarının değil ancak
kullanımlarının hukuka aykırı olabileceğine" hükmetti.