11 Eylül'ün ardından yeni bin yılın ilk ve ciddi küresel
probleminin terör olacağını düşünüyorduk. ABD'nin Irak ve
Afganistan operasyonları yeni konseptin en belirgin
örnekleriydi.
Ne var ki batıdaki terörden sorumlu tutulan coğrafyaların vurulması
ve işgali bu büyük sorunla mücadelede çözüm olmadı. Zira ekonomisi,
altyapısı ve tüm geleceği çökertilen ülkelerde asgari yaşam
koşulları ortadan kaldırılan kitlelerin sistematik hareketliliğinin
kısa sürede bu seviyeye varacağı öngörülememişti.
Arap coğrafyasını yeni dönemin koşullarına göre şekillendirme
projesinin, bölgede asırlardır "tampon ülke" olarak var olan
Suriye'ye etkimesiyle dengeler belirgin şekilde bozuldu. 10 milyona
yakın Suriyeli, mülteci konumuna düştü.
Asrın demografik hareketi olarak görülen Suriyeli mülteciler, çevre
ülkelerdeki kısa ikametlerinin ardından batıya yöneldiler.
Bu gelişme batının uzak bir kara ütopya olarak tasavvur ettiği, "aç
doğuluların yürüyüşü" senaryosunun soluğunu enselerinde
hissetmelerine neden oldu. Tehdit beklenenden daha kısa bir sürede
kapılarına dayanacaktı!
ABD ve tüm Avrupa ülkeleri göçmen politikalarını revize etmek için
hazırlıklara başladılar. Batı medeniyetinin eksenini oluşturan
değerlerin bu tedbirlere direnişi ise Paris'te yaşanan saldırıların
ardından bertaraf edildi.
Böylece seçimlerde göçmen karşıtı yeni paradigmaya uygun
politikalar üretecek yönetimlerin iş başına gelmesinin yolu açıldı.
Tıpkı 11 Eylül gibi aranan "bahane" bulunmuş belki de
"yaratılmıştı."
Dahası içerdeki "zenciler" yetmiyormuş gibi, zengin kuzeyin ekonomi
politikaları sonucu açlıktan kırılan koskoca bir Afrika sessiz
sedasız olan biteni izliyordu. Artık sürdürülmez hale gelen bu suni
dengenin yakın süreçte kırılması da an meselesiydi.
Terörün ideolojik gerekçelerden kaynaklandığına dayanan soğuk savaş
mitinin yerine açlık gibi daha yakıcı ve motive edici gerekçelerden
beslendiği tezi ilk kez bu denli ciddi tartışılmaya başlandı.