Beklentimiz sadece, emekçi bir babanın evine ekmek götürmek için
çalışırken planlanarak, yavaş yavaş, mesaj vermek için
öldürülmesini düşünmeleri. Sadece düşünmeleri. Bunun için ilk
adımsa çok basit, belki de refleksi bir tavır. Yalnızca bu vahşi
cinayeti garipsemek, doğallaştırmamak.
Yapamıyorlar. Üstelik sözünü ettiğimiz ölüm, kaza sonucu
gerçekleşmiş bir talihsizlik ya da anlık bir öfkenin sonucu da
değil. Bilinçli, ayrıntıları hesap edilmiş bir yok etme eylemi.
Direniyorlar ama bize değil kendilerine, yani varoluşlarına; ne
yazık ki farkında bile değiller. Zira bir insanı mesajını
ulaştıracağı muhataplarını korkutmak için öldürmenin evrensel adı
olan terör, bireyin kendine, insanlığa ve yaşama ihanet etmesi
demek.
Bu tanım beylik bir ifade değil; yaşıyor olmamızın sırlarından
biri. Çünkü terör, insanın, sınırlı algıları ve gücüyle yaşamın
kaosuna tahammül edebilme becerisinin kanseri.
Düşünün, yaşamın doğal dengesine güvendiğimiz için sınırsız sayıda
tehlikeye maruz kalma olasılığına rağmen sokağa çıkıyoruz.
Trafikteki diğer insanların yaşama refleksiyle hareket edeceklerine
ve bu yüzden bize çarpmak için bilinçli çaba harcamayacaklarına
güveniyoruz- inanıyoruz. Bu yüzden arabamıza atlayıp işe
gidiyoruz.
İşte Antony Giddens insanın, özünde belirsiz ve tedirgin edici olan
"durumunu" bu "yerinden çıkartma mekanizmaları" sayesinde güvenli
kılabildiğini söylüyor.