Yarın sandık başına gidiyoruz, özgürce tercihimizi
kullanacağız.
Bulunduğumuz coğrafyadaki ülkeleri düşününce, bu basit
cümlenin ne büyük bir kabiliyete, iradeye ve basirete
işaret ettiğini daha iyi anlıyor insan.
İçten ve dıştan onca saldırıya, teröre, sabotaja, ihanete rağmen,
tüm dünyanın izlediği seçimlerle kesintiye
uğratmadan demokrasimizi yaşatmayı başarıyoruz.
Elbette her devlet gibi bizim de sorunlarımız var.
Ama bu topraklarda kanla savaşla bölünmüş,
parçalanmış, ekonomisi batırılmış ülkelerin arasında
Türkiye bir vahadanfarksız. Başı sıkışan soluğu bu topraklarda
alıyor.
Hal buyken, geleceğimizi belirlemek
için girdiğimiz içteki bu yarışımıza dışarıdan bir
aktör gibi katılmanın anlamı yok.
Geçtiğimiz gün Mehmet Barlas şu satırlarıyla durumu çok iyi
özetliyordu:
"Zor olan ya da anlaşılması çok kolay olmayan durum bazı
Türkiyelilerin kendi ülkelerineecnebi gibi yaklaşmaları, kendi
halklarına karşı bir nevi öfke duymalarıdır.
Sanki bir ortak kader paylaşmak söz konusu
değildir." Evet, hangi taraf kazanırsa
kazansın, sandıktan çıkan bizim kaderimizi etkileyecek;
hepimizin olacak.
İşin kuralı bu, yüzlerce yıldır da demokrasi için daha iyisi
bulunamadı.
Tüm siyasi aktörler kentteki tek-meşru "oyunun" bu basit ve
evrensel mantığa dayandığını kabul edecek ve oyuna dahil
olacak.
Dolayısıyla yarın özgür iradesiyle sandık başına giden
hiçbir vatandaş eğer tercihi galip gelmezse "dışarıda
kalacağını" düşünmesin.