Birkaç yıl önce PKK'nın Diyarbakır'da katlettiği köylüleri
ziyarete giderken resmi tören kıtasındaki askerlerle bir fotoğraf
çektirmiştim.
Ancak bu fotoğraf yüzünden müthiş bir linç kampanyasına maruz
kaldım. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nu sık sık eleştirdiğim
için hedeflerinde olduğum AKP'li gazeteciler fitili ateşlemişti.
Yaptığımın "askeri aşağılamak" olduğunu söylüyorlardı.
Tören kıtasındaki askerler, isteyen herkesle, vatandaşlarla hep
fotoğraf çektirdiklerini, üstelik bu kez talebin kendilerinden
geldiğini açıkladılar. Ama nafile...
Sözcü'sü, Yeni Şafak'ı, karanlık odası, rakibine ancak başkaları da
girişince söz söyleyebilen Ahmet Hakan tipi gazetecisi, popülizm
uğruna ağzından düşürmediği hakkaniyeti ayağıyla çiğneyen
siyasetçisi linçe ortak oldu.
Bir terör saldırısının ardından askere moral vermeye çalışırken,
şikâyet üzerine hakkımda "halkı askerlikten soğutmaktan, devletin
manevi şahsiyetine hakaretten" soruşturma bile başlatılmıştı. İyi
mi?
Neyse ki derdimi anlatabildiğim, hukuk mantığına sahip bir savcıya
denk gelmiştim. Soruşturma düştü.
"11. 11'e dakikalar kaldı! İçimize sinmedi, rahatsız olabileceğini göze alarak, en azından siren çalmayarak mesaj atıyoruz. Saat 00:00 itibariyle özel ürünler sayfası açılacak."
Yok artık, ne var bunda değil mi?
Öyle demeyin. Bu işleri seven birtakım ünlülerin ve goygoycuların da yardımıyla "Atatürk'e hakaret" çıkartmışlar bu ticari kampanya mesajından.
İçinde 10 Kasım'larda saat 9'u beş geçe çalınan "siren" geçiyor ya...
Şirket 'siren'in kampanyada kullandıkları Ayşe Hatun Önal şarkısının adı olduğu açıklamaya çalışıyor falan ama yer mi hassas vatandaş?
Vah o çalışanın haline... Allah yardımcısı olsun. Umarım işini kaybetmez, hakkında hakaretten dava falan açılmaz. *** İnsanların hepsinin iyi niyetli, akıllı, mantıklı, sağlıklı olmasını beklemek saflık olur. Böyle şeyler hep olacak.
Dolayısıyla linçlerden bireyleri korumak önce siyasetin sonra yargının sorumluluğudur.
Çünkü delile bakılmaksızın, kamuoyunu tatmin etmek için verilen yargı kararlarının sonu felakettir. Tıpkı Türklüğe hakaret etmediği halde "kamuoyu öyle anlamış" denilerek mahkûm edilen Hrant'ın katledilmesine giden yol gibi.
Siyaset eninde sonunda gelip kendisini vuracak olan popülizme teslim olmadan yasal düzenlemeler yapmalı.
İşe de şu lastik gibi sünen hakaret mevzuundan başlamalı. Tehdit vs. ayrı olmak üzere, hakaret suçunun karşılığı hapis değil para cezası olmalı.
Böylece birilerinin gözüne girmek ya da sevmediği insanları, meslektaşlarını, rakipleri hapse tıktırmak için linçten linçe koşanların bir motivasyonu elinden alınmış olur.
Yaratıcılık artar, düzey yükselir.
Bireyler, gazeteciler, sanatçılar, siyasetçiler de daha özgür olur.