15 Temmuz darbesi sonrası Fetullahçı darbecilerin istediğinin
tam tersi oldu. İç savaş çıkartmaya çalıştılar ama görülmemiş bir
"iç barışın" yolunu açtılar.
7 Ağustos'ta Yenikapı'da her partiden yan yana gelen 5 milyon
vatandaş da bu barışı perçinledi.
Bu güçlü "bir arada yaşama iradesinin" niteliği net. "Ulusal
güvenlik, demokrasi ve vatanın bütünlüğü gibi müştereklerimizi
muhalefet konusu yapmadan" siyasi farklılıklarımızla beraber
yaşayacağız.
Ancak kimileri bu toplumsal konsensüsü yanlış yorumluyorlar.
Demokrasiye ve seçilmiş iradeye karşı siyaset dışı vesayet
odaklarıyla iş birliği içindeki unsurlara yönelik mücadelemizi,
eleştirilerimizi unutacağımızı sanıyorlar.
Yanılıyorlar, kusura bakmasınlar, yok öyle bir dünya.
Zira yalnızca o gece darbeye kalkışan Fetullahçılara lanet ederek
bertaraf edilebilecek bir tehlikeyle muhatap değil bu ülke.
Sorunumuz daha yapısal, yerleşik ve köklü.
15 Temmuz darbesine giden yolun taşlarını döşeyenlerle
yüzleşeceğiz. Hesaplaşacağız ki "kalpaklı ya da takkeli kılığına
bürünüp" halka darbe yapmaya kimse heveslenemesin. Siyasette,
medyada, akademide, iş dünyasında bu çetelerle işbirliği yapmanın
bir bedeli olduğu, kolektif hafızamızın gücü anlaşılsın.
Zaten nasıl unutabiliriz ki;
Gezi'den beri ilmik ilmik işlenen "tek adam" kampanyalarını...
Halkın yüzde 52 oyla seçtiği bir siyasinin "sokakta
gönderilmemesinin meşru olacağı" tezini bir aksiyom gibi
yaygınlaştıranları...
Medyada, "post Erdoğan dönemi" için hazırlandığı gizlenmeyen
gazeteleri, medya ittifaklarını...
FETÖ, PKK, DAEŞ dört bir koldan ülkeye saldırırken muhafazakârların
önüne en büyük sorun olarak "aşırı Erdoğancılık" diye kalıplar
koyanları...
FETÖ'nün 17-25 kumpasının Mecliste'ki oylamasında köşelerinden AK
Parti'li vekillere "evet oyu verin" diye canhıraş çırpınan ikbal
pervanelerini...