Her gün toplumun sinir uçlarını kaşıyan bir bireysel şiddet
eylemi ve sonrasında yaşanan hukuk skandalını konuşuyoruz.
Failler, genel olarak işledikleri suçla orantılı bir yaptırımla
karşılaşmadığı için kamuoyunun vicdanı da tatmin olmuyor. Yani
adalet "hissedilmiyor." Bir gün açık giyindiği için otobüste
tekmelenen bir hemşire... Ertesi gün başörtülü olduğu için
minibüste darp edilen bir kız...
Dün de Samsun'da sokakta oynayan 8-10 yaşlarındaki üç kız çocuğunun
yanına yaklaşıp elindeki taşı çocuklardan birinin başına vuran
adamın görüntüleri sosyal medyada yayımlandı.
İnsan görüntüleri izlemeye bile dayanamıyor... Ancak daha da fenası
saldırganın salıverildiği iddiası...
Bu ve benzeri olaylar farklı özelliklere sahip olsalar da vatandaş
tarafından bir potada değerlendiriliyor.
Her sorunu siyasi hasmına çakmak ya da savunmaya geçmek gibi bir
kısır döngü içinde ele aldığımız için de şu an ne yazık ki çözümün
çok uzağındayız.
Bu tür suçların hızla artmasının önüne nasıl geçeceğiz?
Söz konusu davalara bakan yargı mensuplarına nasıl yardımcı olacağız?
Ve tabii ki asıl soru, nereden başlamalıyız?
Bence mevzu devlet geleneğimizin asırlardır bireyin bedensel bütünlüğüne karşı işlenen suçları ciddiye almaması.
Kendine karşı işlenen suçlarda ceberut kesilirken, bireye yönelik saldırıları tolere edilebilir görmesi.
Oysa bireye yönelik saldırılar aslında toplumsal düzene yani son tahlilde devlete karşı yapılıyor.
Danıştığım, literatüre hâkim hukukçu bir arkadaşım bu konuda şu örneği veriyor:
Birleşik Krallık'ta bir hâkim, gece parkta yürüyen bir kadına saldıran zanlıya, ceza kanunları 1 yıl ceza istemesine karşın 8 yıl ceza veriyor.
Sanık avukatlarının itirazı üzerine hâkimin verdiği yanıtsa şu oluyor:
"1 yıl bedensel bütünlüğe karşı yaralama amaçlı saldırı için. 7 yılsa kadınların gece kamusal alana çıkma özgürlüğüne kastedilmesinin bedeli!" Benim "insanı yaşat ki devlet yaşasın" düsturundan anladığım bu!
Herkese, oyun oynayan neşeli çocuk seslerinin sokakta birbirine karıştığı mutlu bayramlar...