"Dökülen sütün arkasından ağlamayın, Evren'in bütün kuvvetleri
sütü dökmeyi aklına koymuştu bir kez" diyordu William
Maugham.
"Tüm izole sistemler maksimum düzensizlik haline evrimleşmek
zorundadır" şeklinde özetleyebileceğimiz termodinamiğin ikinci
yasasını en anlaşılır kılan cümle olsa gerek.
Bilincimizin evriminden evrenin dinamiklerinden bağımsız olmadığını
bugün artık biliyoruz. Dolaysıyla, evreni ve onun temelindeki
enerjiyi kaos çerçevesinde anlamamızı sağlayan bu denklemin sosyal
ve politik etkinliklerimizdeki ayak izlerini görmek
mümkün.
Bir yanda doğal dürtülerine direnip medeniyeti kuranlar, kültür
üretenler, öte yanda ise ilkelliğine teslim olup yakıp yıkıp talan
ederek tüketenler. İlki zor, ikincisi ise kolay. Türkiye'de daima
muhalefete mahkûm olanların konforunu ve teslimiyetini de iktidar
sorumluluğunu üstelenenlerin zorluklarını ve direnişini de bu
bağlamda düşünebiliriz.
Yapıcılar
Son on yılda, Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş imar faaliyetine
şahit olduk. Onca yıl, yaşam standardımızı yükseltecek dev alt ve
üstyapı projeleri için bulunamayan maddi kaynak, bu dönemde
yaratıldı. Marmaray'a ve kilometrelerce raylı sisteme, duble
yollara, toplu konutlara sahip olduk. Üçüncü Havalimanı ve boğaza
yeni köprü gibi ekonomiye can suyu olacak projelerin bekası hâlâ Ak
Parti'nin derdi. 30 yılda 50 bin canımıza mal olan çatışmaların
sonlandırılıp toplumsal barışın tesisi için ilk ve en büyük riski
de aynı siyasi gelenek üstlendi. Üretim ve istihdamın artırılması,
enflasyonun ve faizlerin düşük tutulması gibi kaygılara sahip olan
da ülkenin yurtdışındaki itibarını korumaya çalışan da yine
onlardı. Vs. Yani düzen için çalıştılar.