Geçen perşembe akşamı bir söyleşi için Türgev'in Ümraniye'deki
kız yurduna gittim. Öğrencilerin soruları söyleşiye sığmayınca
ısrarlara dayanamayarak çıkışta da bir süre daha kaldım.
Ne var ki birbiri ardına gelen politikaya dair sorulardan sıkılıp
patladım. "Yahu arkadaşlar sizin tek meseleniz politika mı?" diye
çıkıştım.
Büyük büyük laflarla atmosferi her geçen dakika daha da ağırlaşan
salonda kısa sessizlik oldu. Devam ettim. "Gencecik
insanlarsınız.
Üniversitede okuyorsunuz.
Aranızda mimar, mühendis, doktor, filolog, iletişimci adayları
var.
Projeleriniz, hayalleriniz, hobileriniz, sanatla, bilimle ilgili
uğraşılarınız yok mu? Biraz da onlar üzerine konuşsak..."
Haklısınız, dön de kendine bak derler adama. İki üç yıldır,
bakkaldan aldığımız ekmeğin bayatlığından bile politik argümanlarla
yakınmaya başladık. Yine haklısınız, ülkenin geleceğinin topyekûn
bir saldırı altında olduğu, akla hayale gelmeyecek komploların
devreye sokulduğu, şiddetin medya ve siyaset eliyle meşru bir
siyasi araçmış gibi dolaşıma sokulduğu böylesine bir dönemde ne
yapacaktı insancıklar?
Ama nereye kadar? İnanın böyle yaşanmaz.
Yaşansa bile bu vasatlığa yaşamak denmez.
Normalde bir yük olan ve diğerkam insanların toplum adına
yükleneceği sıkıcı yönetişim problemlerinin ahalinin tümünün yegâne
gündemi olması bence derin travmanın eseri.
Bu cendereden çıkışın yolu ise, insanın kendini yeniden
yaratmasının yegâne mecrası olan kültürel alandaki etkinliklerden
geçiyor.
Boş verin modern zamanların seküler çilecilerinin politik nesil
güzellemelerini.
Siyasetten beslenen vasatların, normal şartlar altında politikayla
ilgilenmesi delilikten başka bir şey olmayan kitleleri "ekmek
mücadelelerine" ortak etmek için yaptıkları "safları sıklaştıralım"
çağrılarını...