Tıpkı partileri gibi gazeteleri de Cumhuriyet'le birlikte
kuruldu. Üstelik bizzat rejim tarafından, gerekli teşvikler ve
ayrıcalıklar sağlanarak. İtinayla merkeze yerleştirildiler.
Çoğunluğu oluşturan halkın dili, dini, kültürü ve yaşam pratikleri
üzerinde kibirli bir edayla kırbaç şaklattılar.
Kurtuluş Savaşı'nı canıyla kazanmış, ekonomiyi rejimin utandığı
"moderin" olmayan kıyafetleri de sırtındayken emeğiyle çekip
çevirmiş halkı yerden yere vurdular. Dersimli Alevi'ye "başı
bozuk", Ağrılı Kürt'e "yabani," ezanı itikadınca dinlemek isteyen
Yozgatlıya "irticacı," yoksula "ayak takımı" dediler.
Normu onlar belirlerdi. Tıpkı aslan payını kaptıkları reklamların
ve ihalelerin koşullarını belirledikleri gibi. İstisnasız, tek
birini bile atlamadan darbeleri, muhtıraları, sokak
kabadayılıklarını destekleyerek saltanatlarının mümkün olduğunca
uzun olmasını sağladılar.
Bu ekonomik ve politik olarak imtiyazlı konumları sayesinde ülkenin
kültür endüstrisinin kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiler. Dört
elle sarıldıkları sıkı gümrük duvarları sayesinde kültürel bir çöle
dönen ülkede tüm vasatlıklarını rahatça satabildiler. Kazandılar da
kazandılar.
Kibirli, patronları ve yöneticileri var. Her cenahtan devşirilmiş
tetikçilere sahipler. Ceberut rejimden kalma gazetecilik
cemiyetleri, vakıfları, konseyleri, sendikaları ayakta. İçeride ve
dışarıda, meşru ve demokratik siyasi baskı grupları dışında kalan
ne kadar odak varsa işbirliği halindeler. İttifak kuracaklarında
aradıkları tek koşul, Türkiye'ye ve halkına düşman olması. Amerika,
İsrail, Katil Esad, Diktatör Sisi, terör örgütleri, taş, sopa...
Artık Allah ne verdiyse...